KESİN
ŞUNLARI
(“OLMAZ OLMAZ DEME, OLUR MU OLUR” ÖYKÜLERİNDEN BİRİ)
20 12 11 Izmir Üstünkök
Toplu emeklilik ödemesiyle aldıkları
eve, bulvarı çevre yoluna bağlayan üst
geçitli kavşaktan önceki trafik ışıklarında
sağa dönerek geliniyordu. Arka sokaktaki
apartmanların arasında koskoca bir boş arsa vardı, diz boyu ot bürümüş.
Etrafındaki tel örgü epey örselenmiş
olduğundan sahipsiz kediler, köpekler arsada cirit atarlardı. Bir köşede iki külüstür
kamyon boş boş dururdu, paslı pasaklı. Arsanın sokak sınırında da yan yana altı, yedi adet yetişkin
incir ağacı diziliydi.
Ah! Evet... O incir ağaçları... En az yarım
yüzyıllık vardılar. İki katlı ev boyundaydı her biri. Kışa doğru yaprakları
dökülünce birbirine dolanmış kül rengi dallarıyla görkemli bir heykel olurlardı birlikte. Yaz boyu da
kopkoyu gölgeleriyle sokağı serinletirlerdi. Gelen geçenler ulaşabildikleri
dallardaki meyvaları alırlardı. Yüksektekiler kalır, ballanır, yaz sonunda
kuruyup kaldırıma düşerdi. Onları toplayıp götürenler de çoktu. Eski sebiller
gibi, sanki geçmiş zamandan kalma bir
yararlılık anıtıydı incir ağaçları. Birlikte, omuz omuza.
O Cumartesi sabahı motorlu destereler
geldi...
Adam kahvaltıdan sonra oturmuş gazeteleri okuyordu. Emekli
olduğundan beri hafta sonunun eski önemi kalmamıştı. Hafta sonu çalışırken
değerliydi. Gene de, eski alışkanlıkla mı neyse, o sabah biraz daha ağırdan alıyordu. Tam keyif çayını
yudumlarken desterelerin cayırtısını duydu.
Eyvah!
Yoksa incirler mi?
Fırladı kalktı. Pijamalı, terlikli olduğuna aldırmadan dışarı koştu. Evet, parlak yelekli bir görevli incirlerden ilkini
kesmeye başlamıştı, alttaki ince
dallarından. Nasıl keserlerdi bu ulu ağaçları? Kim? Hangi
yetkiyle? Ne hakla? Bunları soruşturacak zaman yoktu. Adam bir an, sadece bir
kaç saniye için duraksadı. Sonra kararlı bir şekilde, hiç telaşlanmadan gitti, kaldırımdaki yedek destereyi aldı. Sanki
yıllardır hep aynı şeyi yapmış, yaparmış gibi düğmesine basıp çalıştırdı. İnciri
kesmekte olan desterecinin sağ kolunu ancak vurkır filmlerinde görülen bir savuruşta
omuzundan ayırdı. Destereyi bıraktı. Eğildi, yere düşen kopuk kolu alıp incirin
kesilmiş dalının yerine tutturdu. Henüz acı şokuna girmediğinden olanlara
sadece şaşkın şaşkın, inanmaz inanmaz
bakan desterecinin omuzuna da pijamasının yeninden yırtıp çıkardığı parçayla incirin
kesik dalını bağladı. Kopuk kolun kanaması durdu. İncirin dalından da süt akmaz
oldu. Sonra adam desterecinin koluna girdi, ikisi sanki hiçbir şey olmamış ve
birbirlerini yıllardır tanırlarmış gibi incirin altında kaldırıma oturdular.
Destereci omuzunun yerine bağlanan incir dalını kabullenmişti kabullenmesine
de daldan bozma el, kol pek kullanılacak
gibi değildi. Adam sol eliyle cebindeki sigara paketini buldu. Zorlukla içinden bir sigara çıkardı. Ağzına
yerleştirdi ama solak değildi. Çakmağı bir türlü çalıştıramadı. İncir ise,
tersine, yeni takılan insan kolunu yadırgamamıştı hiç. Yandan uzandı, çakmağı
adamın elinden alıp sigarasını yaktı. Destereci sigaradan çektiği ilk nefesi
ciğerinin kuytularına kadar içinde dolaştırdıktan sonra incire döndü, ‘Sağol’’
dedi. ‘‘Kusura bakma sabah sabah canını yaktım ama ne yapayım? Malûm, biz emir
kuluyuz.’’
İncir
kalender kalender ‘‘Boşver’’
dedi. ‘‘Bilsen ne çok budama geçti bu yaşa kadar benim başımdan. O yüzden artık pek aldırış etmiyorum aslında.’’
‘‘Yok, bu seferki öyle sıradan budama
neyim değil’’ dedi destereci. ‘‘Kesecez bu kez. Hem de ta dipten. Kök mök,
hepsi gidecek. ’’
‘‘Eh, bir gün öyle olacağı belliydi’’
dedi incir. ‘‘Yolu genişleteceklerdir. Eminim.
Sanki çok mu gerekli?..’’
‘’Bilmem ki, onu bize söylemezler.
Belki bu amca bilir.’’
İncir,
‘‘nereden bilecek? Birileri plan
yapmıştır. Ağaç mağaç dinlemezler. Kafalarının dikine giderler. Ona mı
soracaklar?’’ dedi, bilirmiş gibi. Adam kızgındı. Somurta somurta
homurdandı, ‘‘sanki kimselere
sorarlar. Sormazlar sormasına ama planın
uygulanmasına engel oldum diye beni sorgularlar geberesiceler.’’
‘‘Olsun, üzülme’’ dedi destereci, adama.
‘‘Sen hiç olmazsa engel olmaya çalıştın. Bak, başkaları onu da yapmıyor. Kimsenin
tık çıkardığı yok. Üstlerine ölü toprağı serpilmiş gibi. Ben de bu işi istediğimden yapmıyorum.
Biliyorum, ağaçlar da canlı. Şuna baksana, insan gibi. Hiç kıyamıyorum ama
ekmek parası işte, başka iş bulsam yapmaz mıyım? Ne edeyim ki okumadık gitti
canına yandığımın. Eh, bu tahsille ne
yapar insan? Bu kadroyu bulduğuma da şükür.’’
Sonra birden heyecanlandı destereci.
‘‘Bak aklıma ne geldi: ben şimdi bu inciri keseceğime söküp
götüreyim, bizim fakirhanenin bahçesinde yer var, köşede. Oraya yerleşsin. Kalsın bizle, n’olacak. Ekmek istemez, su istemez. ’’
‘’Sağol kardeş, ‘’ diye söze karıştı incir. ‘‘Ama o kadar da değil yani..
Biraz su isterim ben de, meyvaya
durmadan önce’’.
‘’Aman canım, o kolay, bahçede hortum
mortum var. Daha olmazsa yağmurla bile idare edersin icabında, sen kesilmediğine dua
et. Burada sana su veren mi vardı?’’
diye çıkıştı destereci.
‘‘Peki ama ya bu ötekiler ?’’ diye
sordu incir. ‘‘Onlar ne olacak ?’’
Destereci incir dalından bozma kolunu
biraz beceriksizce ağacın insan omuzuna
attı. ‘‘Bırak başkasını düşünmeyi be birader’ dedi. ‘’Gomonistliğin ne lüzumu
var şinci durduk yerde ? Hadi kalk eve gidelim de bir an önce seni bizim bahçeye dikeyim. Hanım öğle
yemeğine bekliyordur. Geç kalırsam surat asar. Destereler amcada kalsın. Ben
arkadaşlara söylerim, sonra gelir alırlar.’’
Bunun üzerine elbirliğiyle incirin zaten
kaldırımı patlatıp dışarı taşmış olan köklerini bir araya devşirdiler.
Destereciyle ağaç yokuştan aşağı yollandı. Adam onlar gözden kayboluncaya dek
diğer incirlerin yanında kaldı. Sonra doğruldu. ‘‘Kusura bakmayın arkadaşlar’’
dedi kalan ağaçlara. ‘‘Benden bu kadar. Sizi kesecekleri zaman da gelirim ama
faydası olur mu bilmem’’.
‘‘Olmaz herhalde ‘’ dedi incirler, hep
bir ağızdan. ‘’Ama canın sağolsun. Buraya
park mark yaparlarsa nasıl olsa bir sürü
başka ağaç dikerler. Biz olmasak da olur’’.
Adam ‘‘Yok, öyle değil...’’ dedi,
‘‘Her gün yeni bebekler de doğuyor ama ben öldükten sonra bana ne faydası var
?’’
Sonra
terliklerini sürüye sürüye evine döndü.
Başı önünde, üzgün, bezgin, kızgın, kırgın ve yenilmiş.
‘‘İnsanların da iyisi oluyor böyle, bazan ’’ dedi incirin
biri, adamın arkasından. Yanındaki ekledi: ‘‘Evet, bu da işte onlardan. Baksana bizi kurtarmak için neler yaptı.’’
‘‘Dua edelim ki insan değiliz’’ diye mırıldandı üçüncüsü. ‘’Öyle olsaydı gözlerimiz yaşarırdı
şimdi...’’
***
Yürek sızlatsa da bu çok güzel öykü, yangınların dinmediği ortamda bana farklı bir bakış açısı verdi. Acaba yanan ağaçlar, nasıl olsa çoğumuz kesildikten sonra da yanacaktık diye düşündüler mi? En azından biz onlar için böyle düşünebiliriz. Ama ya yanan diğer canlılar? Onların doğal kaderinde ağaçlar gibi yanmak yoktu kuşkusuz.
YanıtlaSilPuna
Okan hocaya yakışır bir öykü, inceden inceye burun sızlatıyor. Ama doğaya aykırı ve gerçek üstü...
YanıtlaSilO kadar olacak elbet be Sadık. Ama incirler gerçekti. Ev de, sokak da, arkadaki boş arsa da ve hatta kamyonlar da gerçekti. Destereler de gerçekten geldi bir Cumartesi sabahı. Ben de tam keyif çayımı içiyordum. Pijamalarla dışarıya fırladığım da gerçek. Belediye Parklar ve Bahçeler Müdürlüğüyle yağlı güreşim Kırkpınar gibi günler sürdü. Yenildim. Sonuç incirlerin dediği gibi oldu. Sokak genişletildi. Arsa şimdi şık bir park. Çok da iyi kullanılıyor. Oyun sahaları, egsersiz gereçleri, çimen çiçek, pahalı malzemeyle kaplı yürüyüş bandı...Herşey var. Sürüyle yeni ağaç da dikildi. Öykü yazıldıktan sonra geçen on yılda kocaman oldular. İncirler haklı çıktı ama ne yazık ki göremediler. Mezarları bile yok. Olsa gider zaman zaman çiçek bırakırdım.
YanıtlaSilOÜ