Berber / E. Arısoy

 

bir zamanlar

 

BİR BERBER BİR BERBERE......

YA DA

USTA BEY’DEN ASALET’E

 

Aynanın ve lavabonun önündeki koltuğun kol yaslanacak bölümlerinin üzerine yaklaşık 20 cm eninde bir tahta koydular. Usta Bey beni koltuklarımın altından kavradı, havaya kaldırdı ve tahtanın üzerine oturttu. Ayaklarımla koltuğun oturulacak yerine basıyordum. Aynada kendimi gördüm. Üç, dört yaşlarında olmalıyım. Bir elinde makas, diğerinde tarak tutan Usta Bey bana “Bundan sonra saçların uzayınca kendin kesmeyeceksin, bana geleceksin, saçlarını ben düzelteceğim” dedi. Nereden aklıma estiyse, evde oynarken elime geçen bir makasla kakülümden iki üç bölüm kesivermiştim. Ertesi gün de babam beni Usta Bey’e götürmüştü. Ankara Garının yakınında, günümüzde hangi amaçla kullanıldığını bilmediğim eski Gar Gazinosu yer alır. Söz konusu yapı ile DDY Müzesi ve birinci peron girişi arasında kolonlarla taşıtılmış kavisli bir saçak vardır. O saçağın Gar Gazinosu ile birleştiği yerin bitişiğinde bir kapı bulunur ve o kapıdan gazinonun bodrum katına inilir. Zaten kapının üzerinde yer alan “Berber – Sıhhi Banyo” yazısından berbere giden yol anlaşılır. Banyo bölümüne hiç uğramadım, tüm müşterilerin Usta Bey dediği Bay Şükrü Ergüder’in işlettiği berber salonu, duvarları açık yeşil renkli fayans döşeli, zemini beyaz seramik kaplı, içinde tertemiz havluların, parfüm ve briyantin şişelerinin sergilendiği camlı dolaplarla bezenmiş pırıl pırıl bir mekandır.  Dört köşedeki dört aynanın önünde lavabolar ve berber koltukları vardır. Ortadaki büyük camlı masanın üzerine tıraş sırasını bekleyenlerin göz atmaları için, berber salonlarının vazgeçilmez aksesuarı Akbaba dergileri konmuştur. Giriş kapısının yanındaki duvarda asılı tabelada burasının birinci sınıf bir berber salonu olduğu yazar. Bu belirteçin altında fiyat listesi vardır. Normal 100 kuruş olan saç kesiminin Devlet Demir Yolları çalışanları için 80 kuruş olduğu açıklanır. Tüm insanlığın vazgeçilmez işlevi olan berber ilişkisi bende işte böyle başladı.

 

İlkokula gitmeden önce kaküllerim vardı. Okula başlarken annem kaküllerimi kestirmeye kıyamadı. Bir kaç gün öyle gittim. O zamanlar okullarda bitle mücadele edebilmek için erkek öğrencilerin saçları üç numara tıraş edilirdi. Başöğretmen bizim sınıfı teftişe geldiğinde bana saçlarımın niye uzun olduğunu sordu. Annemin tembihleri doğrultusunda, saçlarım kesildiğinde hasta olduğumu söyledim. O zaman doktordan rapor getirmemi istedi. Doğal olarak böyle bir rahatsızlığım olmadığından yine babamla Usta Bey’e yollandık. Bu kez aynada güzelim kakülümün önümde bağlanmış beyaz örtüye, göz yaşlarımın da yanaklarıma döküldüğünü izledim. O günden orta okula başlayana dek üç numara saç tıraşıyla ortalıkta dolandım.

 

İlkokul dördüncü sınıfa geçtiğim yıl babamın D.D.Y.den emekli olma zamanı geldi. İstasyonun yakınındaki lojmanlardan ayrılmamız gerekiyordu. Evimizi Hacıbayram’a taşıyınca hem ilkokulumu hem de berberimi değiştirmem zorunlu oldu. Böylece yaşamımdaki Usta Bey devri kapandı. Ancak Çardak Sokağına, eski arkadaşlarımla oynamak amacıyla gittiğimde Usta Bey’e de ara sıra uğrardım. Bir kaç kez tıraş olduğumu bile anımsıyorum. Bir süre sonra berber dükkanını Gar Gazinosunun bodrumundan çıkardılar. Usta Bey bu kez garın meydana bakan cephesinde, Postanenin yanında “İstasyon Berberi” diye yeni bir salon açtı. Aynı mobilyanların kullanıldığı salon eskisine oranla oldukça dardı. Günümüzde bile konumunu koruyan berber salonunu kim bilir kim işletmekte?

 

Gazi’deki “Onuncuyıl İlkokulu”ndan Ulus’taki “Devrim İlkokulu”na kaydım aktarılmıştı. Yeni okulda edindiğim arkadaşlardan biri de sevgili Aykut Hüdaverdi idi. Aykut’un aynı okulda, küçük sınıflarda iki kardeşi daha okumaktaydı: Erkut ve Tankut. Üç kardeşin babasının berber salonu varmış. Anafartalar Caddesinde, Atatürk Anıtından Kale yönünde ilerlerken ilk erişilen sapağın tam köşesinde “Atatürk Orman Çiftliği” ürünlerinin sergilendiği ve satıldığı bir dükkana ulaşılırdı. Bu dükkanın önünden sola sapıp Hacıbayram Camisine doğru giderken, önünde ayakkabı boyacılarının oturduğu kahvehaneye gelmeden, “İkbal Berber Salonu” nun önünden geçilirdi. İşte yaşantımda  şenlendirdiğim ikinci berber salonu Hüdaverdi kardeşlerin babasının bu berber salonu  oldu.

 

İkbal Berber Salonu Usta Bey’inkine oranla oldukça dardı. Yaklaşık 15 m² lik salonda tıklım tıkış üç berber, üç de bekleme koltuğu bulunurdu. Kapısı doğrudan dışarı açıldığından camların buz tuttuğu kış günlerinde yanan soba salonu ısıtmağa yetmez, ustalar paltoları ile çalışırlardı. Sıra bekleyen müşterilerin önündeki camlı sehpanın üzerinde Akbaba dergilerine ek bir kaç yıl öncesinin 7 Gün dergileri yer alırdı. Ve ben bu dergileri karıştırmaya bayılırdım. İkbal Berber Salonu ikinci sınıftı ve saç kesme ücreti elli kuruştu, benden, Aykut’un arkadaşı olduğum için kırk kuruş alırlardı.

 

Üç kardeş yaz günleri berber salonunun önünde gazoz satarlardı. Ara sıra ben de onlara katılırdım. Bir masanın üzerinde halden alınmış uzunca bir kalıp buz bulunurdu. Üzerine gazoz şişeleri yerleştirilir ve çevire çevire soğutulurdu. Bir süre sonra şişelerin altındaki buz erir ve şişelerin sığacağı yuvarlak boşluklar oluşurdu. “Buz gibi gazoz, otuz iki dişe keman çaldırmazsa para yok!” diye bağırırdık. Satılan gazozun kapağını açmak için şişeyi yere dik tutup bir testereyle tüm gücümüzle aşağıdan yukarıya doğru gazoz kapağının kenarına vurunca kapak pat diye bir ses çıkararak havaya fırlar, şişenin içindeki gazoz köpürürdü. Günümüzde gerçeği bilen bazı arkadaşlarımı kızdırmak amacıyla “Ben bu günlere kolay gelmedim, zamanında Hacıbayram sokaklarında gazoz satarak geçindim!” diye övünme taklidi yapıyorum. Gerçekte benim yaptığım arkadaşlarımla birlikte olmak, biraz da eğlenmek amacından başka bir şey değildi.

 

1951 yılında Devrim İlkokulunu bitirmemin ardından toplanan aile konseyimiz eğitimimi Saint-Joseph Fransız Lisesinde sürdürmeme karar verdi. Aynı yılın Eylül ayında, yedi senelik bir süre için, İstanbul’a frerler okuluna yollandım. Orada yatılı öğrenci olarak okuyacak, hafta sonları halamlara çıkacaktım. Yatılılar için haftada bir gün okula berber geliyor, öğleden önce orta, öğleden sonra da lise bölümünün öğrencilerini tıraş ediyordu. O sabah etütte dolaştırılan bir kağıda adlarımızı yazar, dersler sürerken de tıraş olma sıramızı beklerdik. Tıraşı özellikle sözlüye kalkma olasılığımız olan günlere denk düşürmeye çaba gösterirdik. İstanbul’da okul dışında doğru dürüst bir berberim olamadı. Artık saçlarımızı uzatabiliyorduk. Abartmamak koşuluyla çeşitli saç örneklerine izin vardı. Ben saçlarımı sol taraftan ikiye ayırıyor, saçın bol olduğu bölümü de abartarak geriye doğru tarıyordum. Gün boyunca saçlarımın görüntüsü bozulmasın diye  briyantin kullanıyordum.

 

Fransız okulunda yılda ikişer haftalık iki büyük tatilimiz vardı: Noel ve Paskalya tatilleri. Bu tatilleri iple çeker, günü gelince de Ankara’ya dönmekten sonsuz mutluluk duyardım. Orta üçün Noel tatilinde beni bir sürpriz bekliyordu. Evimiz Hacıbayram’dan İskitler’e taşınmıştı. Yeni evimizdeki biraz abartılmış karşılama töreni ve kahvaltının ardından saçlarımın iki aydır makas görmemiş haline bakan annem “Papaz okulunda okumaktan sen de papaza dönmüşsün. Doğru berbere!” dedi. İskitler’deki mahalle berberi Ali Bey’le tanışmam böyle oldu. İki katlı bir evin zemin katının bir odasında, tek koltuklu bir dükkanı olan ve bir başına çalışan Ali Bey beni o tarihten sonra üniversitenin üçüncü sınıfına gelinceye dek tıraş etti. İlk sakal tıraşımı da o yaptı. Usturanın özellikle boğaz bölgemde dolaşmasından huzursuzluk duyar, bunu kendisine belli etmemeye çalışırdım. Kış aylarında sobasının üzerinde sürekli çaydanlık bulundurur, sakal tıraşı için sıcak suyu oradan alırdı. Laf aramızda, fena da çay demlemezdi. Yalnız sürekli dinlediği polis radyosundan pek hoşlanmazdım, bunu sanırım suratımın asılmasından anlar, sesini biraz kısar ama kesinlikle tümden kapatmaz, ya da istasyon değiştirmezdi. Saç biçimim değişmemişti. Yine ikiye ayırıyordum. Briyantin kullanmaktan vazgeçmiştim. Sakal tıraşı olduğumdan beri ipince bir bıyığım vardı. Ayhan Işık’tan öykünerek bıyığımın üst kısmını kazıyordum. İlginçtir, Fransız lisesinde bıyık yasak değildi.

 

Liseden sonra ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğrencilik yılları geldi. Yeniden Ankara yaşantısı başlamıştı. Üçüncü sınıfa kadar berberimde ve saç stilimde bir değişiklik olmadı. O yıllar sınıf arkadaşım sevgili Cengiz Onaran’ın düz ve kısa saçları ilgimi çekiyordu. Bir gün Cengiz’e “Yahu ben de saçlarımı seninki gibi kısa kestirsem, bana gider mi?” diye sorduğumda, “Gel seni benim berbere götüreyim!” dedi. Böylece İskitler’deki Ali Bey’in berber dükkanından, Kızılay’da, Bulvar üzerinde, Tuna Çorap Deposu yanındaki ismini anımsamadığım berber salonuna transfer etmiş oldum. Yeni ustanın adı Kadir’di ve bizim sınıfın erkeklerinin neredeyse yarısını kırkmaktaydı. “Tıpkı Cengiz’inki gibi olsun!” diyince, makası ve tarağı eline alıp saçlarımın en az dörtte üçünü kesti. Bu berber salonu oldukça geniş ve kalabalıktı. Yedi, sekiz ustanın çalıştığını anımsıyorum. Biz gittiğimizde, Kadir’in başka müşterisi varsa, diğer berberlerden her hangi birine tıraş olmaz, Kadir’in elindeki işi bitirmesini beklerdik. Yeni saç modelimde kafamın arkasındaki ve yanındaki saçlar üç numarayla kesiliyor, kafa üzerinde üç dört santimlik dik bir saç bölümü bırakılıyordu. Bıyığımda da değişiklik vardı. Artık üst bölümünü kazımıyor, yan ve alt taraflarını kesmiyor, doğal halinde bırakıyordum. Bu pos bıyık modeli ODTÜ öğrencilerinin altmışlı yıllardaki politik görüş ve tutumlarıyla da uyuşuyordu.

 

ODTÜ bitmiş, meslek yaşantısı başlamıştı. Başkentin çeşitli sanat etkinliklerini izlemeye özen gösteriyordum. Menekşe Sokağının İzmir Caddesine yakın bölümünde, günümüzde Orkide Apartmanının bulunduğu yerde İtalyan Kültür Merkezi vardı. Bir akşam üzeri bir film izlemek amacıyla o çevredeydim. Filmin başlamasına kırk beş dakikalık bir süre vardı. Vakit geçirmek amacıyla dolanırken yine İzmir Caddesindeki Barın Otelini ve otelin Menekşe Sokağa bakan cephesindeki berber salonunu gördüm. Bir kaç gündür sakal tıraşı olmamıştım. Bir kez Kadir’e ihanet etmek ayıp olmazdı. Salona daldım, pencere önündeki koltuk boştu. Beni oraya aldılar. Sonradan adının Fevzi Bey olduğunu öğrendiğim usta sakalımı güzelce tıraş etti. Ancak tıraş sonrası içinde kaynar suyun bulunduğu metal bir kaptan çıkardığı sıcak havlu ile yüzüme yaptığı kompres mükemmeldi. Yanaklarım ve çene altım yumuşacık olmuştu. Ben ferahlamış ve sakinleşmiştim. Anında kararımı verdim. Bundan sonra yeni berber salonum Barın Otelinin altı, ustam da Fevzi Beydi. Bir kaç yıl sonra İtalyan Kültür Merkezi yıkılıp yerine Orkide Apartmanı inşa edilince ve bizimkiler de söz konusu apartmandan bir daire edinince Barın Oteli Berberi ile komşu olduk.

 

1969 yılının Ekim ayında askerlik geldi çattı. Bursa’daki Personel Okuluna yedek subay öğrenci olarak teslim olmadan önce son bir kez Fevzi bey tarafından tıraş edildim. Bu arada bıyıklarım da kesildi. Okuldaki ikinci günümüzde, sabah içtimasında (toplantısında) bölük komutanımız sevgili Yüzbaşı Süleyman Demiröz beni ortaya çıkardı. “İşte arkadaşlar! hepinizin saç tıraşı arkadaşınızınki gibi olacak!” dedi. Askeri okullarda adettir. Öğrenciler birbirlerine komik adlar takarlar. Benimki de ikinci günden sonra “örnek tıraş” oldu. Askerliğim süresince Bursa’da okuldaki, daha sonra kura çekerek gittiğim İzmit’te orduevindeki berber dükkanlarında erler tarafından tıraş edildim.

 

Askerlik bitip Ankara’ya dönünce yine Barın Oteli Berberinin müşterisi olmayı sürdürdüm. Kısa saçtan sıkılmıştım. Zaten erkeklerde genel eğilim, uzun saç ve uzun favori edinilmesi yönünde idi. Ben bundan uzak mı kalacaktım? Bu işe en çok “Oh! Benim işim azaldı, bundan sonra daha az saçını keseceğim!” diyen Fevzi Bey sevindi. Bıyıklarım gene uzamıştı.

 

Geldik 1972 yılına. Vedat Dalokay ile birlikte çalışmaya başladığımda, ileride uzun yıllar ortaklık yapacağımız, büro şefimiz sevgili Metin Çelik bir öğle yemeğinden sonra Asalet Kuaför Salonuna tıraş olmaya girdi. Ben de onu izledim. “Gelmişken seni de tıraş edelim , Ağabey!” diyen bir ustanın koltuğuna oturdum. Büromuz Çevre Sokakta, kuaför salonu Farabi Sokaktaydı, ikisinin arasında yalnızca Cinnah Caddesi vardı. Asalet’in (kendisi de aynı salonda ustaydı) salonu çok sosyetik bir ortamdı. Ustalar oldukça şık giyiniyorlar, iki üç ayda bir kıyafet biçimini değiştiriyorlardı. Salonun içi de oldukça modern döşenmişti. Yaşantımda ilk kez gittiğim Usta Bey’in salonunun aksine, orta masasının üzerinde Akbaba yerine Playboy dergileri bulunuyordu. Saç tıraşını ustura ile yapıyorlar, bu yöntemin saç için daha sağlıklı olduğunu savunuyorlardı. Önce saçı yıkıyorlar, ardından tam kurutmadan, hafif ıslak iken, ustura ile inceltiyorlardı. Saçların kenarları elektrikli makine ile düzeltiliyordu. Tüm ustalar çok efendi ve kibar kişilerdi. Salonun duvarları orada tıraş olmuş ünlülerin fotoğraflarını ve salon için söyledikleri güzel sözcükleri içeren gazete kupürleri ile dolu idi. Müşterilere kahve ve pahalı yabancı sigaralar ikram ediyorlardı. O sıralar hepimiz fosur fosur sigara içiyorduk. 1973 yılında damatlık tıraşımı bizzat Asalet Usta’nın kendisi yaptı. Asalet Kuaför Salonunu 1987 yılında İstanbul’a göçene kadar, Atina’da bulunduğum iki yıl sekiz ay dışında, sürekli şenlendirdim. Burası yaşantımda en uzun gittiğim berber salonu oldu. Yüzümün büyük olduğunu (ablak demeye sanırım utandı), ve bana yakışacağını söyleyen Asalet Usta’nın önerisi üzerine sakal bıraktım. Önceleri koyu siyah olan sakallarım günümüzde bembeyaz. Özellikle İstanbul’a göçtükten sonra, ara sıra insanların bana “Hacı” diye hitap etmelerine müthiş bozulur oldum. Son bir umar olarak yanaklarımdaki sakalları kesip, yalnızca çenemde ve çevresinde bıraktım. Keçi sakalıma karşın hala bana “Hacı” diye söze başlayanlar oluyor. Sanırım bende hacı tipi var ve benim bundan haberim yok.

 

 

Ocak  2008

 

 

 

 

Ersin Arısoy

Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Görevlisi

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz okunduktan sonra yayınlanır. Yorumunuzun altına ad ve soyadınızı yazınız, Kimliği belirsiz yorumlar yayınlanmaz.

ÖNE ÇIKAN YAYIN

And They Died / Gün Gencer

  AND THEY DIED (THE ROAD TO GALLIPOLI) (ÇANAKKALE SAVAŞINA GİDEN YOL) A TRAGEDY IN THREE ACTS  (A Docu-drama with music written in memory o...