Viyana Dedikleri / Okan Üstünkök

 VİYANA DEDİKLERİ / TURTADIR YEDİKLERİ

 ( alternatif tarihte 1529 ve 1683 yılları)

 

 1989 dhahran / 2010 izmir / 2021 bristol ri 

 

Alternatif  tarih, adı üstünde, resmî tarihe alternatif olarak ortaya çıktı. Batı’nın yazın dünyasında  geçmişi taa 11. Yüzyıla dek iniyor.  Bizim mahallede ise epey yeni. Yalçın Küçük  21 Yaşında Bir Çocuk: Fatih Sultan Mehmet  yapıtıyla (İstanbul: Tekin Yayınevi 1987) alternatif tarih yazınının başını çekmekle kalmadı,  resmî tarih savunucularının şimşeklerini de çekti. Onun açtığı yoldan giderek  yazdıklarımı kimi okurlar biliyorlardır.  Okuyacağınız deneme  onlardan biri. İlk yazıldığında şiirdi. (1989)  Bu kez düzyazı.

 














Elimde saatsiz maarif takvimi, tarihin arka sokaklarında dolaşıyordum.          

Sene  binaltıyüzseksen mi, ne. Baktım, yeniçeriler çıkmaya hazır yılın ilk seferine.‘’Gel’’dediler, gittim katıldım, uyduruk bir öykü bu ya. Ertesi cuma sabaha karşı, söyleyerek mehter  marşı, Edirnekapı’dan  çıktık yaya.  Hızımız orta şekerli, iki ileri bir de geri. Ulaşınca Viyana’ya dinlenelim biraz dedik.  Çayıra postu serdik. Niyet kuşatma falan değil valla, birer fincan kahve içip devam edecektik yola.  İşte o moladan bir görsel belge. Gerçek bir minyatürdür. Kesinlikle Photoshop değil.

 










 

Biz kahveleri içerken mektep medrese görmüş çerilerden birisi,  hani şu genç irisi İsmet var ya,  galiba Malatya taraflarından devşirilmiş ortaya,  o başladı anlatmaya:

Bizimkiler geçen sefer (*) bu ellerden geçerlerken  yine burada oturmuşlar böyle kahve içerlerken Viyanalılar  sormuşlar:  ‘Aa, o içtiğiniz de  ne?’           

O zamanlar Viyana aha şu kadarcık bir köy. İkiyüzelli,  en çok üçyüz hane.

Halk  fakr-ü zaruretten harap, ne bilsinler kahveyi, zavallılar neylesin nargileyi.  Biz kallâvi fincanla kahveleri keyifle höpürdetirken adamlar hayran şaşkın bakmışlar, yutkunmuş yalanmışlar. Hele  bir çavuşları varmış, kaç kez gelmiş yalvarmış.  Demiş  yahu ne güzel koktu, imrenmekten oramız buramız şişecek. Hiç olmazsa bir çuvalcık verseniz. Ne olacak derseniz, doğruyu söyleyeyim askerlik bir gün bitecek. Diyorum ki açayım bir yer. Pazar günü askerler, sair gün başıbozuk, öğrenci çoluk çocuk, hatta belki sanatçılar şairler, toplansınlar neşeyle. Kimbilir ne güzel gider sohbet ve bizim strudeller sizin köpüklü kahveyle.’   Ama bizimkilerin daha çok yolu varmış, aynen şimdiki gibi,  Viyana’dan batıya. Stokları da darmış. Demişler şimdi olmaz ama peki,  söz. Bir dahaki sefere geliriz size yatıya. O zaman kahve getiririz size, çuval çuval,  denk denk. Çocuklara  da  Çikita muz,  sapsarı,  hevenk hevenk…’ ‘’

 

O bunları tatlı tatlı anlatırken Malatyalı İsmet’in önü gene o bahar günü olduğu gibi yavaştan yavaştan, tarlalardan yamaçtan kahve kokusunu duyunca işini bırakıp gelen Viyanalıyla doldu. Birden nasıl oldu ise oldu, İsmet’in dediğini dinlemeyen, tarih marih de bilmeyen kılıç kalkan taburu  hoplaya zıplaya fırladı otağından. Telaştan mı nedense  pantolon bile giymemişler, ayaklarında kısacık  şortlar, ellerinde yatağan,  geldiler bağıra çağıra erkekçe:

Dağılın ayol pis şeyler, gene mi siz!  Ay şekerim vallahi ne arsız milletsiniz! Şurada bir rahat oturtmadınız, pat hemen tepemizde. Seyretmekten bıkmadınız,

o körolası gözünüz hep kahvemizde. O  kadar meraklıysanız gidin bir tarla kiralayın Yemen’de, siz de kahve ektirin, ama bizi rahat bırakın, haydi yallah, s..tirin !  Aaa, ne bu böyle canım…

Neye uğradığını saşırıp korkudan benzi uçan Viyanalılar soluğu sur içinde aldılar.  Kuşatma falan var sanıp  aman türkler geliyor canını kurtarır kaçan!” diye etrafa korku saldılar. Biz ise ‘yahu bunlar da o makarnacılar gibi ödlek be ‘ diye katıla katıla gülüyoruz.

 

Sonradan giderek ortalık sessizleşti. Biraz düşününce  hepimizde bir

acıma duygusu depreşti,  pişmanlık ve utanmayla karışık. Öyle ya, haydi biz askeriz, azarlanmaya alışık, ama bu insanlara nasıl kabalık ederiz diye bayağı üzüldük. Üzüntüden her birimiz bir köşeye  büzüldük. Tam ‘’söz de verilmiş eskiden,  ayıp oldu sahiden’’ diye hayıflanırken dâvudî sesiyle gürledi bizim Hüsmen çavuş geriden: 

Ayde kalkın bre kızanlar  ne boyle oturursuz ? Te be yükleyelim arabacıklara

üj bej çuvalcık  kaave da gidelım şu insancıklara “alın more”  diyelim. ‘Em günülcüklerini  alırız   ‘em da ‘azır gitmişken belkim bir göz atarız  Tuna boyunda varsa oyle üryan yıkanan birangi  kızcıklara.’’ 

İnsancıkların gönülcükleri  neyse ne de doğrusu kızcıklar aklımızı çeldi. Arnavut çavuşun dediği bize çok cazip geldi, önerisini pek  tuttuk.  Kalktık, hocaya yasin masin okuttuk. Kıldık üç rekat da namaz. Atların kuyruğunu bağlamasak olmaz. Kuşatma falan değil gerçi ama ne de olsa  seferdeyiz, tanımadığımız yerdeyiz. Güneş batarken çuvallar yüklendi,  gidecek topçekerle.  Ak sakallı Yahya Çavuş haykırdı:  ilerle!”.  İşte  o akşam böyle geçtik Tuna’dan kahvelerle.

Ne var ki el fenerimiz yok, alaca karanlıkta kentin kapısını zor seçtik. Viyana halkı korkudan sıkı karartma yapmışlar, ışıkları söndürüp erkenden yataklara yatmışlar. Ne yaptıksa nafile, kaldıramadık uykudan.  Durgunlaştı kafile.

Gördünüz mü dadaşlar? ” dedi Palandöken’den  Hayri.  Olanlar oldu gayri.

Bari bırakın kahveyi kapıya.   Bir de not, Viyanalı’ya.  Bence şöyle yazalım:

“geldik ki kapı duvar

 yatakta sanki şalvar var

 e vallahi aşkolsun”.

Lâkin bu da bize ders olsun. Doğrusu girmezdik bu sıkıntıya, alışmış olsaydınız kahve yerine çaya

Hayri çay tiryakisi, hem de kıtlama içer, adam Erzurumlu ya.

Çuvalları bıraktık oraya. Kahvesiz sefer olmaz, haydi bakalım şimdi geri dön, bak hizaya ve gerisin geri yallah Anadolu’ya.

Böylece  verdik  kahveyi ellere vurduk fincanı yerlere.  Kahvesiz kaldık söz  namus belâsına, Viyanalılar kondu kahvenin âlâsına. Bu durumda sefere devam edilmez. Ertesi  sabah  çadırları  toplayıp, Üsküp,  Plevne ve Saraybosna’yı sollayıp,  nihayet İstanbul’a vardık yolun sonunda,  Ağustosun onunda. Sultan’a durumu sunduk. İyi etmişsiniz dedi,  para mara verdi biraz avunduk ama sonradan duyduk. Meğerse  aşağılık  Viyanalılar olayı bir güzel saptırıp   Türkler kuşatmada şiştiler, kahveleri kaptırıp ters-yüz geri döndüler, kandil gibi söndüler rampi de rampi  diye şarkı türkü yakmışlar,  göbek kahkaha atmışlar. Bizim kahvelerin  üstüne  yatmışlar. Yanında turtalar  strudeller kekler yeyip ohhh  keyiflerine bakmışlar. Bizim sancakla dalga geçmek için  ay çöreği yapmışlar.  Dahası da var:  bu kez de  yine bir çavuş çıkmış, askerlikten pek bıkmış.  Herif forsunu kullanıp kahve çuvallarını  toplatmış, evinde depolatmış. Sonra da ordudan ayrılıp bomba haberi patlatmış:    Haydee hakiki Türk kahvesi, görülmedi böylesi! diye açtığı kafede   herkesi kahveye bir alıştırmış ki deme gitsin.  Ne var ki  olan oldu bir kere artık, ne edeceksin? ‘Merhametten maraz hasıl oldu vesselâm’ diyeceksin.

 

İşte o gün bu gündür Viyana vilâyeti kahveleriyle meşhurdur ama işin doğrusu şudur:  kahve kültürünü başta nankör Viyanalılar  olmak üzere tüm Avrupa aslında o ne idüğü belirsiz zırzop çavuşa (**) değil, bizim İşkodralı Arnavut Hüsmen Çavuş’a borçludur. Asıl heykeli dikilecek olan odur.

 

O yalan, bu yalan, fili yuttu bir yılan. Resmi tarihi bırak, alternatifini yaz, sen de biraz oyalan. (***)

 

                                


                                                     









__________________

 

(*)    1529 Birinci Viyana Kuşatması        

 

(**).  Adı  Jerzy Franciszek Kulczycki. (1640-1694)  O zamanlar Avusturya ordusunda Georg Franz Kolschitzky adıyla Türkçe ve Macarca tercümanı olarak görev yapıyordu. Kendisi ben Polonyalıyım diyordu ama kayıtlarda Rus kökenli Ukraynalı ya da Sırp olduğuna da rastlanıyor. Dedik ya, ne idüğü belirsiz biri.

 

(***)  Evet,  gerek 1529, gerekse de 1683 tarihli seferlerin  amacı  resmi tarih kitaplarının yazdığı gibi  Viyana’yı kuşatmak falan değildi. Oradan geçiyorduk, alt tarafı  bir kahve molası verdik. Hepsi bu. Yoksa  biz o zaman yalnız Viyana değil Bosna, Marsilya, Hersek, Londra, Paris, Helsinki, Moskova, Madrid, Bişkek dahil istesek tüm  dünyayı kuşatır alırdık. Hepsi bizim olurdu.  Gerçekten de çok değil,  üçyüz yıl sonra, 12 Eylül devrinde yökle paşalar veriverdiler elele, tüm Belçika-Felemenk-Hollanda, Polonya, Ukrayna, Rusya, Danimarka, İsveç, Almanya, Arabistan çölleri ve hatta  Yeni Dünya çoğumuza yurt oldu, gönlümüz hazla doldu.  

Sevinçliyiz hepimiz, çok yaşasın kahvemiz.

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz okunduktan sonra yayınlanır. Yorumunuzun altına ad ve soyadınızı yazınız, Kimliği belirsiz yorumlar yayınlanmaz.

ÖNE ÇIKAN YAYIN

And They Died / Gün Gencer

  AND THEY DIED (THE ROAD TO GALLIPOLI) (ÇANAKKALE SAVAŞINA GİDEN YOL) A TRAGEDY IN THREE ACTS  (A Docu-drama with music written in memory o...