Tabular yıkılarak düz anlatılan ters yaşamlar...
Pedro Almadovar içine yedirerek öyküleştirirdi. Eski çamlar bardak oldu misali yeni yüzyılda eş cinsel ilişkileri seyredenin gözüne sokan filmler moda olmuştu… Ama son son “Yolun Sonuna Yolculuk /Süpernova” filmi kreşendo yaptı. 18. yüzyıla kadar "biseksüel", "eşcinsel" vs türü kavramlar yoktu. Kimsenin "Aaa bak bu eşcinselmiş" diye bir cümle kurmayacağı dönemlerdi. Pek önemli bir şey değildi yani bu tarz ilişkiler. Büyük İskender (Alexander), 2004 yapımı bir Oliver Stone filmi, türün ilk ses getireniydi. Bizim “Gece Yarısı Ekspresi” filminde başına gelen benzeri (İskender’in biseksuel olduğunu bilmeyen varmış gibi) Stone’nun bazı Yunan avukatlar tarafından mahkemeye verilmesi gişe başarısını kızıştırdı filmin.

Pulitzer ödüllü E. Annie Proulx'un kısa hikâyesinden uyarlanmış, yönetmenliğini Ang Lee'nin üstlendiği, başrollerini 2008’de ilaç zehirlenmesinden ölen Heath Ledger ve Jake Gyllenhaal'un paylaştığı 2005 yılı ABD yapımı Brokeback Dağı ise yeni milenyumun köşe taşı filmi oldu. Popüler kültür ile sanat arasındaki yolculuğunun ve eşcinsel temalı sinemanın ilginç ürünleri arasında yer alan Brokeback Dağı, 1963 yılında kovboyluk yaparken birbirlerine âşık olan "Ennis del Mar" (Ledger) ve "Jack Twist"in (Gyllenhaal) hikâyesi anlatılmakta. Takip eden 20 yıl boyunca ikilinin süre giden karmaşık ilişkisine odaklanıyor film. Yaşam boyu sürecek olan bu ilişki, kopmalar ve ayrılıklar yaşayacak fakat iki aşığı her zaman buluşturacaktır. Ortaya, kulaktan kulağa yayılacak, aşka dair güçlü tonlar barındıran efsanevi bir hikâye çıkacaktır..
EPİDEMİ sonrası sinemaya kavuştuğum ikinci filmim
Süpernova, ise 20 yıldır birlikte olan bir çiftin hayatına odaklanıyor. Süpernova,
enerjisi biten Büyük Yıldızların şiddetle patlaması durumuna verilen ad... Wimbledon’da
kupa kaldıran Novak Djkovic adından SüperNOVA türeterek kutlayan Sırplar
da gösterdi ki çok yaygın kullanımı var bu kelimenin.. Metafor, filme güzel
oturmuş. Senaryosunu da kaleme alan Harry Macqueen’in yönetmen koltuğunda oturduğu
“Süpernova” da romantik “bir yol hikayesi” ile “zor bir karar anı”
anlatılıyor... Elbette bunu böyle görerek filmi bu şekilde tanımlayabilmek için
eşcinsellere yönelik homofobik ön yargılardan tamamen arınmış olmak
gerekiyor... Sam ve Tusker, 20 yıldır birlikte olan bir çifttir. Ailelerini ve
arkadaşlarını ziyaret etmeye karar veren çift, bu yüzden eski karavanlarıyla
İngiltere turuna çıkar. Çift, Tusker’a iki yıl önce erken demans teşhisi
konulduğunda, sahip oldukları en değerli şeyin birlikte geçirdikleri zaman
olduğunu fark ederler. Ancak çıktıkları bu yolculukta ortaya çıkan sırlar,
onların aşklarının büyük bir teste tutulmasına neden olur. Sam ve Tusker,
birbirlerine olan sevgilerini sorgulamak zorunda kalır. Kendisine erken
başlangıçlı demans teşhisi konulan ve o nedenle de yazma becerisini yitirmeye
başlayan Tusker ile uzunca bir süredir sahneye çıkmadığı için elleri paslanmış
olan Sam’ın kendine özgü yolculukları anlatılan, düz dünyanızın dev aktörleri
Colin Firth ve Stanley Tutci’nin mükemmel oynadıkları ilginç filmde, belli belirsiz bir iki öpücük dışında cinsellik ve seks içeren bir sahne
yok... O yüzden koltuğunuza gergin bir yüz ifadesiyle oturmanıza da hiç gerek
yok... Rahat olun... Baktınız olmadı “şeyliğin alemi yok kardeşim” der
çıkarsınız…
1970’lerde semiolojiye dalıp dalıp baygınlıklar geçirirken Umberto’nun Gülün Adı’nı okuyunca ‘’işte budur’’ diye naralar atmıştım. Sonra filmi çıkınca koştum ama ‘’anaa! sıradan bir polisiye yapmışlar lan, bu ne biçim Gülün Adı’’ diye Jean-Jacques ve Sean’a küfür tebrikleri yazdım. Haftasına Umberto adisi tv’ye çıktı, ‘’ben o kitabı polisiye bir öykü olarak yazdım, Okan’a söyleyin, hıyarlık etmesin’’ dedi mi, dedi. Ben de ogün bugündür daa da film seyretmiyorum. Ne var ki, günümüzde film seyretmemek filmler hk karacahil olmak demek değil. Ödüller, reklamlar, yorumlar...gani. Bir de film seyretmeyene ‘’ayy bunlan da konuşulmaz’’ gözüyle bakılabiliyor, tecrübeyle sabittir.
YanıtlaSilBunu deyip kapıyı açtıktan sonra şimdi şunları yazmazsam çatlarım:
Mübeccel Hocamın (Kıray) çayını içen bir yana, koridorda yanından geçen bile bilir ki ‘’toplumumuzun iç çelişkileri ohhooo, ne kadar çok’’ derdi. Şimdi uyansa gelse bana ‘’söyle bakalım Okan bunların başında ne gelir sence’’ diye sorsa (valla da sorar) ‘’Hocam, yemin ediyorum bunların başında işte aha bu ‘’şeylik’’ kavramı gelir’’ derim ben. Hemen ‘’söyle bakalım neden?’’ der (valla da der). El cevap: ‘’Hocam, baksanıza, bir yandan sapına kadar homofobik olacaksın, hakeme bile ‘’i...’’ diye küfür edeceksin, ‘’en büyük düşmandır her görüldüğü yerde ezilm... (pardon, o başka şeydi ama farketmez) düsturuyla her fırsatta tekmeleyeceksin, öte yandan da omuzunda musafla kursa gelen bebeleri ‘’badele’’yeceksin, müziğini sevdiğine ‘’sanat güneşimiz’’ diyeceksin, ‘’diva’’ diyeceksin, Ferdinand’ı baş tacı edip bağrına neyim basacaksın, siyasetçinin kasetini uzaktan sallayıp kendine stepne yapacaksın, bu ne bu?’’ derim. Adım gibi biliyorum ki Hocamın sonraki sorusu şu olurdu:
‘’O zaman asıl ‘’şeylik’’ işte bu yaman çelişki olmasın ?’’
Bunları yazmama kapı açtığı için Ünal çok yaşasın.
OÜ