akşam Sohbeti / Aliye Pekin Çelik


AKŞAM SOHBETİ 

    Ekvatora çok yakın olan Nairobi'de mevsim deyince akla sadece kurak ve yağışlı mevsim gelir. Yıl boyunca güneş 06:00 gibi doğar, gün batımı ise saat 18:00 civarındadır. Herkes evine karanlık basmadan önce dönmeye gayret eder. 

    Bir gün arkadaşım Ayşe ve eşi Rolf beni akşam yemeğine davet ettiler. Şoförüm Paul ve ben Ayşelerin Nairobi’nin dışında Naivasha’daki evlerine ilk defa gideceğimizden, karanlıkta adres aramaya hiç hevesli değildik ve hava kararmadan Ayşelerin evine varmak için erken yola çıktık. 

    Kenya'da, özellikle benim gibi araba kullanmayan birinin şoförünün olması lüks sayılmazdı. Çoğu yabancı, iki araba satın almak yerine şoför tutuyor ve böylece de yerel ekonomiye yardım ediyordu. Nairobi'ye gelir gelmez o kadar çok soygun hikayesi duymuştum ki yapılacak en iyi şeyin dikkatli olmak olduğunu düşünüyordum. Swahili'yi konuşabilen güvenilir bir şoförüm olduğu için de mutluydum. Paul evimizin bahçesindeki tek odalı bir evde kalıyor, tatillerinde köydeki evine gidiyordu. Kenya’da ailesi köyde yaşayanların eve götürebileceği en iyi hediye keçidir. Ailesi için keçi almasına yardım ettiğimiz ve Nairobi standartlarına göre çok iyi maaş ödediğimiz için Paul ile iyi anlaşıyorduk. Üstelik benimle çalışmaya başlamadan önce köyünde ilkokul hocası olması nedeniyle de okumayı seven, İngilizce bilen namuslu ve iyi niyetli, orta yaşlı bir insandı. 

    Ayşe'nin evi bir vadinin dibindeydi ve bir yanında orman, diğer yanında bir nehirle çevrili idi. Eve ulaştığımız zaman beni selamlamak için dışarı çıkan Ayşe ve saldırgan iki Alman çoban köpeği ile karşılandık. Neyse ki Ayşe’nin çağırmasıyla köpekler geri çekildi ve ben de arabadan çıkabildim. 

    Giriş kapısından içeri girdiğimde, nehre ve ekvator ormanına bakan manzaranın güzelliğinden etkilendim. 
                       
    Evin duvarları, boydan boya kitap rafları ile kaplıydı ve Afrika, safari, hayvanlar, müzik gibi konularda, Almanca, Türkçe, İngilizce kitaplarla ve romanlarla doluydu. Yan masada, Kenyatta’nın yasadışı fildişi ticaretine atıfta bulunan David Lamb’in Afrikalılar kitabı duruyordu. Kitap Kenya’da yasak olduğu için ben dahil Nairobi'deki tüm yabancılar kitabı gizlice getirtip okumuşlardı. 

Naivasha gölü manzarası
David Lamb'in yasadışı Fildişi ticaretine atıfta bulunan kitabı
                               
    Ayşe ve Rolf, Africana koleksiyonlarından çok gurur duyuyorlardı. Rolf, Fildişi Sahili, Lesotho, Gana ve Uganda'nın her yerine işi gereği seyahat ediyordu ve çoğunlukla abanoz maskeler ve makondalar

Afrika maskeleri
Makonda
  
                                      
                                          
                                           








(genellikle abanozdan yapılmış iç içe geçmiş insan heykelleri) satın alıyordu. Koleksiyon, Mombasa'dan satın alınan antika bir kılıç ve II. Dünya Savaşı'ndan kalma bir de miğfer içeriyordu. Fildişi ve malakite hayvan ve insan heykelleri bir tarafta toplanmıştı.                                           
Hasır Kenya çantalarının içi, dergiler veya kuru çiçeklerle doluydu ve salonun her tarafına serpilmişti.

Hasır örme Afrika çantası
    Misafirler, mezelerini yerken ve Chardonnay'larını içerken, safariler, Avrupa gezileri, gittikleri yerlerde kaldıkları oteller veya kasabalar hakkında fikir alış verişinde bulunuyor, sohbet ediyorlardı. O akşamı, ilk defa CD dinlediğim zaman olarak hatırlıyorum. Ses mühendisi olan Rolf, CD'leri bize tanıtırken, bunun yirminci yüzyılın yeni icadı olduğunu ve bir gün plakların ve teyplerin yerini alacağını söyleyerek detaylı bir şekilde CD teknolojisini anlattı. Konuklarla birlikte Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisini dinlerken de müziğin kalitesine hayran kaldık. Ancak bazıları CD'lerin yüksek maliyetleri nedeniyle kaset ve teyplerin yerini alamayacağını da savundu! 

Ayşe camların kapalı olup olmadığını kontrol ederken kendime engel olamadım ve tekrar dışarı baktım. Biraz önceki güzel manzara, artık sizi yutmaya hazır bir canavarın açık ağzı gibi siyah bir kuyuydu. Onlara "Bu kadar ıssız bir yerde yaşamak sizi rahatsız etmiyor mu?" diye sormadan duramadım. Bu sorum üzerine Rolf gülerek, “Size komşu evde yaşayan arkadaşım Gunther'in başına gelenleri anlatayım” dedi. Gunther yorucu bir günün ardından eve dönmüştü. Karısı ve kızı bir aydır Almanya'yı ziyaret ettikleri için aşçıya da fazla ihtiyacı olmayacağından ona da birkaç gün izin vermişti. Bahçe giriş kapısındaki askari (bahçe giriş kapısının ve bahçe sınırlarının güvenliğinden sorumlu ve gerektiğinde kapıyı arabalara açan güvenlikçi) dışında evde yalnızdı. 
                                           
Cam Panjurlu Pencere
Kapıda Askari














    
Sıcak bir gündü ve cır-cır böcekleri bahçede şarkı söylüyordu. Televizyona baktı ama Cumhurbaşkanı Moi'nin başka bir konuşmasının yayınlandığını görünce televizyonu kapattı. Zaten, Kenya televizyonu haber diye devamlı Başkan’ın sonu gelmeyen konuşmalarını ve gezilerini haber olarak veriyordu. Birasını ve Nairobi haberlerini okumak için gazetesini alarak yatak odasına gitti. Bir müddet sonra fısıltı gibi bir ses duyar gibi oldu. Gelen sese kulak kabarttı ama bir daha ses gelmedi ve "herhalde bu benim hayal gücüm" diye düşündü. Bir süre sonra tekrar bir ses duydu ama bu sefer de "Pencerenin dışında bir hayvan olmalı" diye düşündü. “Daha önce suyumu alsaydım keşke” diye söylenerek su almaya alt kata indi. Oturma odasından geçerken alaca karanlıkta gözü pencereye ilişti, penceredeki cam panjurların arasından içeri siyah bir el uzandığını gördü. 

    Aniden panikledi. Bahçeye çıkıp bahçe kapısındaki askariye koşsa, 5-6 kişi onun üzerine atlar   dı. Polisi arasa, telefon görüşmesi gerçekleşene kadar hırsızlar pencereyi açar ve evin içinde Gunther’e saldırırlardı. Bağırsa, askari onu duymaz ama davetsiz misafirler duyar, daha büyük sorun olurdu. Penceredeki elin sahibinin evin içine girmek üzere olduğunu anladı. “Yaralanmaktan veya ölmekten kaçış yok“ diye düşündü. Anlık bir kararla duvardaki antika kılıcı kaptı ve penceredeki ele bütün gücüyle saldırdı. Odanın içine düşen ele bakarken dışarıda bir çığlık sessizliği yırttı ve biraz hışırtı ardından ortalığa sessizlik yeniden çöktü. 

    Rolf, hikayesini "Arkadaşım ertesi sabah kesik eli polise götürdü” ve "işte el, lütfen hırsızı yakalayın dedi” diyerekten bitirdi. Herkes birden ciddileşti. Ortalığı bir sessizlik kapladı. Hepimiz neden buradayız diye düşündük? Uluslararası kuruluşlarda çalışma karşılığında neyi feda ediyoruz? Kenyalılar neden bu kadar fakir? Bu insanların hayatlarını iyileştirmelerine yardımcı olacak herhangi bir hizmet sağlıyor muyuz? Ömür boyu sakat kalan adama ne olacak?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz okunduktan sonra yayınlanır. Yorumunuzun altına ad ve soyadınızı yazınız, Kimliği belirsiz yorumlar yayınlanmaz.

ÖNE ÇIKAN YAYIN

And They Died / Gün Gencer

  AND THEY DIED (THE ROAD TO GALLIPOLI) (ÇANAKKALE SAVAŞINA GİDEN YOL) A TRAGEDY IN THREE ACTS  (A Docu-drama with music written in memory o...