O sene yazlık evimize geldiğimizde
hiç ummadığımız bir durumla karşılaştık. Üst katın banyosundaki su
ısıtıcısından musluğa gelen boru bir nedenle patlamıştı.
Yokluğumuzda sular haftalar hatta belki aylar boyu evin içine akmış, akmış,
akmış , ahşap ne
varsa -merdiven, oda
kapıları, dolaplar- çürümüş, metal
mutfak dolapları ve tüm makineler paslanmış,
bozulmuştu. Yapacak tek şey gecikmeden onarıma girişmek, onarım bitince de
makineleri yenilemekti.. Öyle yaptık. Bir dostumuz yapım-onarım işleri yapan
iki kardeş ve yeğenlerini buldu, getirdi. Zorunlu bir durum olduğu için
komşulardan da izin isteyerek yaz mevsiminde beldede inşaat yasağı olmasına karşın işe başladık. Mutfak, banyolar, üst
kata çıkan merdiven, iç kapılar ve yer döşemeleri söküldü, atıldı. Evin
yarısından çoğunu yeni baştan yapmak ve bütün işi de üç hafta içinde bitirmek
zorundaydık. Tatilimiz sadece o kadardı ve
uzatmamız söz konusu değildi. Üç hafta süreyle tüm ev şantiyeye dönüştü. Ne mutfak kalmıştı, ne
banyo. Geceleri üst kattaki yatak odalarına çıkmak için boyacıların demir
merdivenini kullanıyorduk. Halimiz tek kelimeyle perişandı.
İşin tam ortasındayken bir sabah ön
bahçenin demir parmaklıklı kapısı açıldı. Takım elbiseli ama gömleği
boyunbağsız, 13 - 14 yaşlarında bir genç
-hatta çocuk- geldi. ‘’Ben
buraya …’den yeni geldim‘’ dedi. ‘’Adım Halil İbrahim.
Ortaokulu bitirdim. Liseye başlayacağım. Okuyup sınıf öğretmeni olmak istiyorum
ama ailem yoksul. Okul masraflarını karşılamam için çalışmam gerek. Bana
verecek işiniz var mı ?’’
Adını verdiği belde nereydi, bizim olduğumuz yer nere. O yaşta bir
çocuğun gelip de ülkenin ta öbür ucunda iş araması keyiften değildi
herhalde. Yoksuldu besbelli. Üstündeki takım elbise kendisini aslında olduğundan da çelimsiz gösteriyordu.
O haliyle inşaat işçilerinin gittiği kahvelerde kimse ona iş vermezdi. Bizim
evdeki işin ise kadrosu tamamdı. Başka bir işçiye gereksinme yoktu. Gene de
Halil İbrahim’i kapıdan çeviremedik. Sınıf öğretmeni olmaya karar vermişti yavrucuk ve bunun için
ne iş olursa yapmaya razıydı. Şöyle bir etrafa bakındık. Bahçenin demir parmaklıkları bir kat daha
boyansa fena olmazdı. Eline biraz para verdik. Boya ve fırça alması için
çarşıya yolladık. Evdeki ustalar yaptığımızı pek onaylamadılar. ‘’Geri gelmezse
ne yapacaksın?’’ diye kuşku bile belirttiler ama Halil İbrahim fazla
oyalanmadan elinde hem gerekli malzeme hem de alışveriş fişiyle geldi. Gelir gelmez de işe koyuldu. Senelerdir
parmaklığa sarılmış sarmaşıklar arasından ne kadar ulaşabildiyse üç gün boyunca ciddi ciddi boya işi yaptı. Yemek
ve çay molalarına, arada yaptığımız havadan sudan sohbetlere katıldı. Gene de işi tavsatmadı,
savsaklamadı. Boyama bitince parasını
aldı, teşekkür etti gitti. Sonradan da
bir daha gelmedi.
Bir gün başka birinin
arabasıyla yakındaki koylardan birine
giderken yapımı süren bir yapının taş duvarını örenler arasında Halil İbrahimi
seçti gözümüz. O da bizi gördü ama arabayı kullanan arkadaşımızdan durmasını
istemeye gerek görmedik. Zaten dursak Halil İbrahim’le ne görüşecektik ki? İşi
vardı, çalışıyordu, o kadar.
Beş yıl sonraydı. Sıcak bir yaz günü bahçenin demir parmaklıklı
kapısı gene tanımadığımız biri tarafından açıldı. Bu kez gelen temiz giyimli,
karayağız bir delikanlıydı. Selam verdi. ‘’Beni tanıdınız mı?’’ diye sordu.
Yabancı gelmemişti ama tanıyamamıştık. ‘’Ben Halil İbrahim’im’’ dedi. ‘’Bu yıl
sınıf öğretmeni oldum, tayin bekliyorum. Artık neresi çıkarsa. Bu arada yazı
boş geçirmemek için burada bir inşaatın alçı işlerinde çalışmaya geldim. Ama
esas muradım sizi görmekti. Biliyorsunuz, burası benim ikinci memleketim
sayılır. Buradaki ilk işi bana siz vermiştiniz. Hiç unutmayacağım. Size sağolun
demeye geldim.’’ Elimizi öptü. Bahçeden incir verdik, biraz havadan sudan konuştuk, gözümüzde
yaşlarla uğurladık. Azıcık bile olsa bizim de çorbada tuzumuz olmuştu. Yıllar
önceki çelimsiz çocuk da meğer ne
değerbilir bir insanmış, sağolsun dedik.
Halil İbrahim sınıf öğretmeni oldum
diyeli de üç yıl oldu. Atanıp atanmadığını
bilmiyoruz. Sonradan yine izini yitirdik. Bakarsın öğretmen maaşı
yetmez, belki bir yaz gene buraya çalışmaya gelir. Pencere demirlerimiz ne
zamandır boyanmak istiyor… Gelmişken aslan parçası sınıf öğretmenimizin okuluna karınca
kararınca yardım eder, bir güzel de yanaklarından öperdik. Pek iyi olurdu
doğrusu…
Ek
paragraf
Yukardakiler yazıldıktan bir hafta
kadar sonraydı. Evimizi su bastığı zaman gerekli tamir işinin büyük ağırlığını
üstlenmiş olan kardeşlerden Mehmet geldi. Ağabeyi Hasan bizim onarım işinden
sonraki yaz bir trafik kazasında ölünce hem işi hem de kardeşlerini,
yeğenlerini Mehmet sahiplenmişti. Çalışkan ve güvenilirdir. Bizim sonradan da pek çok işimizi yaptı. Vefalıdır da. İş olmasa
bile arada bir uğrar, hal hatır sorar. Bahçede kahve içerken konu Halil
İbrahim’e geldi. Biz Halil İbrahim’in öyküsünü Mehmet’e aktardık.. ‘’Bak yahu,
seneler öncesindeki küçük, çelimsiz Halil İbrahim şimdi büyümüş de sınıf
öğretmeni olmuş. Ne güzel değil mi?’’ dedik.
Bir kahkaha attı. ‘’Yok ağabey’’
dedi. ‘’Bunların hiçbiri doğru değil. Hepsi palavra. Bir kere herif hiç
okumadı. Elifi görse mertek sanır. Sınıf
öğretmenliği falan serapa yalan. Hem de kuyruklusundan. Bizim millet okumak
isteyen fakir çocuk masalını yutmaya hazır olduğu için öyle söyleyip kolay iş
buluyor. Bunlar yedi kardeş. Bir ağabeyi o biçim zengin, mal mülk sahibi falan.
Ama haydutun teki. Kiracılarından birine kaçak elektrik kullandırıp parasını
kendi alıyormuş. Adam gidip bunu ihbar etmiş. Halil’in ağabeyi de ‘’vay, sen
beni ihbar edersin ha?!’’ adamı bıçaklayıp hastanelik etmiş. Kendi de şimdi
içerde. Siz farkında değilsiniz, Halil İbrahim
yıllardır burada ondan bundan geçinir.
Sözüm ona alçı işleri yapıyor ama hiç bir şey bilmez.. Belki iş bulurum ya da
bir kaç kuruş tırtıklarım diye arada bir eski kapıları çalar. Onun için size
gelmiş.’’ Bundan sonrasını desem mi
demesem mi gibilerden bir an duraksadı Mehmet. Sonra devam etti. ‘’Darılma ağabey ama siz de pek safsınız
doğrusu…Biz sizi taa o zaman da uyarmaya çalıştık ama inanmadıydınız. Neyse,
iyi ki bu sefer kanmamışsınız da yalnız bir sepet incir vermişsiniz. O da bir
şeydir.’’
İşte böyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz okunduktan sonra yayınlanır. Yorumunuzun altına ad ve soyadınızı yazınız, Kimliği belirsiz yorumlar yayınlanmaz.