Yaylalar Yaylalar / Okan Üstünkök









YAYLALAR  YAYLALAR     

( Bu Ne Biçim Türkü  2  

30918 Datça    

                                                                       

Can dostum Cemal Kayalar’ın Ege’yi çok seven sevgilisi Suna Kayalar’ın anısına

 


Taşkayaların Fehamettin’in canı biraz sıkkındı o sabah.  Nedeni de eşi Rukiye’nin aksiliğiydi. Fehamettin ne dese genç kadın zoraki yanıt veriyor, bazan duymazdan geliyor, kocasının suratına bile bakmıyordu. Avluda bir süre aylak aylak dolaştı adamcağız. Sonra da daha fazla takışma olmasın diye kahveye yollandı. İçerde kahveci Murtaza’dan başka  kimse yoktu henüz. Masaya oturup Murtaza’ya oralet ısmarlarken arkadaşı Hacı Hüseyin içeri girdi. 

‘’N’aber len Faham ? Ne bu surat böyle zabaa zabaa? Garıdenizde gemileen mi battı?‘’ 

Fehamettin hemen açılmak istemedi arkadaşına.

 ‘’Nossun len Hüssen, bişey yok.  Bi orulet içeesem  gendimi gelcem,  gayınma sen.  Gel otur,  sana ne söyleyem?’’                                            

‘’E, oldu olcek ısmarleyyosan  ben de orulet içiverem bakem. Murtaza! Oruletlee iki oldu, onu görü. ‘’

Murtaza askılı tepside oraletleri getirdi. 

‘’Hüssen abe, ocağı yeni ateşledim de su ogıdan ıscak diğel. Bak, söölümedi dime.’’                    

‘’Boşvee  len Murtaza, olceene bak. Zaten ni yidiğin ni içtiğin müüm diğel kiminlen yidiğin içtiğin müüm, demi?  Bak bizim Fahamın böğün nesi vaasa suratı asık. Onun oruletine bi çıtlık gonyak goyvee de yanaklaana renk geesin.’’                                                                                      

‘’Hüssen abe hacısın macısın ama sen bu işleeden eyi anleyyon valla. Gonyağı nirden bileyyon sen?’’                                                          

‘’Hacıısak eşşek deeliz herhal demi?’’                                                                    

‘’Eyi de ben zabah zabah gonyağı nirden bulem şincik?’’                                           

‘’Nirden buluusan bul gari. Adamı şenlendireem accık ‘’.                       

‘’Ozman gonyak niyetine ben size bi türkü çağreem bakem ni diceeniz’’.                                                                                                       

‘’Len Murtaza türkü gonyağın yerine tutaa mı len? Sen gari hepten manyadın herelalem de gendini assoliz zanıyon !’’                                   

‘’Yok yok, söyleem de  dinne bak. Türkü bizim burlaadan diğel ama siz de biliyonuz herhal, askerdeekene hep söyletillee ya. Abem neşelenmezse ni dirsen di gari.’’

Murtaza bunu deyip gitti, elindekileri ocağa bıraktı. Önündeki kirli peşkiri çıkardı. Döndü, bitişik masadan bir sandalye aldı,  Fehamettin’le Hüseyin’in yanına getirdi. Tersten, ata biner gibi oturdu. ‘’Ehem’’ diye hafiften öksürüp türküye başladı.

Ay aşşamdan ışıktıır

Yaylalaar yaylalaar

Yüküm şimşir kaşıktıır

Diloy diloy yaylalaar

Gonşu gızını zapteylee

Yaylalaar yaylalaar

Benim oğlan aşıktıır

Diloy diloy yaylalaar

Murtaza kendinden geçmiş durumda türkü söylerken Hacı Hüseyin de  çocukluk arkadaşının suratsızlığı geçsin diye bekliyordu. Öyle olmadı. Hatta Fehamettin oralet bardağını sertçe, vururcasına masaya koydu. 

‘’Len ruhsuz! Bu ne biçim türkü len ööle?’’ 

Hüseyin hemen araya girdi.

‘’Noolmuş len? Ne baarıyon adamı?  Sen de bu türküleelen eyiden eyiye bozdun gari ha! Daa geçen gün başka türküyü de şeyttindi.’’                           

‘’Ööle deme Hüssen len benim derdim adamlan diğel elbet, türküyü deyyom ben’’                      

‘’Bu sefer  ne gusur buluveedin bakaam?’’                                           

‘’Hakkatteyn Faham abe, ne gusuru vaa türkünün?’’                                            

‘’Ne gusur deyyonuz bi de, gulağnız duymemeyyo len? Salak mısınız nesiniz?’’                                                                                                           

‘’Aa! Şincik olmadı bak Faham. Öyle ileri geri laf etmeecez birbirimizi. Şunun şorasında seni eğlemeğe çalışeyyoz. Hır çıkaamayam durduk yeede, tamam mı?’’                                                

‘’Tamam tamam, gusuru galman. Canım sıkkın işte, ööle deyveedim.’’    

‘’Bildik de ondan küsüp gitmeyyoz zaten. Hele di bakem bu türkünün nesine taktın gafeyi".        

‘’E, bak bakaam sözlee ne deyyo?’’                                                                         

‘’Ne deyyo len, gızdırma adamı be, anaa! Diyeceesen di gari, işi uzattın da uzattın eşek yelesi gibi, öff!’’                                                                            

‘’Ne olcek?  Bizim oğlan aşıktı sen gızını zaptet deyyo. Ööle deniimi len?’                                  

‘’Niden denmeyyomuş?’’                                                                                           

‘’Yaa niden olcek sen oğlunu zaptetsen ya! Gızın ne gabaeti vaa? Azgın olan senin oğlan, benim gız diğel ki!’’                                                                

‘’Oğlum sen hepten dağıttın len Faham. Ne sende oğlan vaa ne bende gız. Nesini takıleyyon ki türkünün?’’                                                                       

‘’Ossun olmasın Hüssen. Benim didiğim yani şeyde, genelde bişey. Bizde oğlanları zelbez bırakeyyolaa, gızlaa baskı altında. Bize de ööle alıştııdılaa. Ama gee göö ki benim Rukiye heç galdırameyyo bunnara. Bu zabaalaan da bene bi surat bi surat..''                                                    

‘’Anaa, nidenmiş o?’’                                                                                      

‘’Niden olcek? Dün ağşamınan aakideşlenen gidip gafeyi çektik ya. Niden gızlaa garılaa ööle yapameeceelemiş deye işte.’’                                            

‘’Anaa! Senin Rukiye anarşit oldu disenya. Boku yidin sen Faham..’’       

‘’Yok len. Gadın haklı be. Ondan türküyü laf ettim zaten. Biz gendimize bi bok zanıdeyyoz çünkülüm hep bizi şişirip dureyyolar tee şugadancıktan buyana. Demi len Murtaza?''                    

‘’Doğru deyyon Faham Abem. Ben daa güççüğkene evde astığım astıktı. Bi şımarıktım gari, bi şımarıktım, aligıran başkesen yani o derece.  Üstünü üstlük aneym bubam gonu gonşu  felan da nirdese algış dudaalaadı bene. Ben de gendimi bibok zanıdıp duruudum. Okula başlayıp da bağçede gızlara gabadayılık falan ettim deye böyük sınıftan bi gızlan gadın  başörtmen gulaglaamı bi çekiveediee  de  feleemi şaşırıveedim. Anaa, meğersem el yumruğu yemeyen gendininkini balyoz zanıdıyomuş. O gün bugün valla guzu oldum guzu. Şincik evde varya ikinci sınıf vatandaş gibi oturuyom otuuduum yeede. Garıya gıza posta neyim atmeyyom. Sıkıısa at bakaam. Adamı gıçının üstünü oturtturuvereyyolaa valla’’.

Hacı Hüseyin birden düşünceye daldı. Masadaki boş oralet bardağını elinde evirdi çevirdi. Murtaza’yla Fehamettin bakalım ne diyecek diye ses çıkarmadan beklediler. Sonunda Hüseyin tane tane konuşmaya başladı. 

‘’Faham. Sen valla böyük adamsın. Bi türküden girdin bak işi taa nirlere vaadıdın. Üstelik de yeeden tee göğe gadan haklısın. Biz hakkatteyn gızlaamızzı garılaamızı hatta hatta analaamızı çok baskı yapeyyoz. Len haksızlık bu len. Şinci şu atasözleemizi bak bi kere. Yok gızını döömeyen dizini dövee, yok saçı uzun aklı gısa,  yok garı gısmısının sırtından sopayı eğsik etmeycen. Say gari sayabilceen gadan. Oluu mu be! Ayıp len. Gızlaa gadınlaa ikinci sınıf mı disenya. Olmaz valla olmaz. Bakın şincik biz naapam. Gaakın bakem de bu işin üstünü üstünü gideem. Köğde laf dinleycek gafası olan kim vaasa onnaan hepiceene bunu annataam. Bundan bööle bu köğde gızlaamızı pirenseslee gibi maamele edeem. Oğlanlaa da bunu görü görü öğrenceklee gari adam olmayı. Hele bi öğrenmesinlee de bak ozman baskı nası oleyyomuş görüülee. Yaşa len Faham valla çok eyi ettin. Bu türkülere bulaşıp bulaşıp bizim bi sürü şeye gözleemizi açıveryon. Hadi gak bakem.’’

Kalktılar. Murtaza kapıya kadar yolcu etti ikisini. 

‘’Dur len!’’ dedi Fehamettin. ‘’Oruletleen parasını veemeden nere gideyyoz? Murtaza, borcumuz gaç para?’’                                                                                               

‘’Yok Faham Abem, bu zabah oruletlee benden ossun gari. Zaten suyu da tam ısınmamıştı ama ses çıkaamadan içtiniz ya, helal ossun size.’’        

‘’Eyi de bööle bööle sermayeyi kediye yükleme de, neme lazım.’’           

‘’O gadan da diğel be abem. Sen bakma benim çulsuz göründüüme.’’  

‘’Biliyoz Murtaza, senin gönlün gani. Sağol,  eğsik olma.’’

Hacı Hüseyin çocukluk arkadaşı Fehamettin’in koluna girdi. Köyün meydanına doğru yürürken durdu.  

‘’Faham len” dedi. “Şu goca dünyada senden iyi adam bulunmaz len. Sana da helal ossun.’’

                                                         ***



Yazarın notu: 

‘’Yaylalar, Yaylalar’’ yazısında alt başlığının ‘’Bu Ne Biçim Türkü 2’’ olması şundan: ‘’Bu Ne Biçim Türkü’’ başlıklı ilk yazı epey bir süre önce sevgili Sadık Mercangöz’ün Orfeyus Arafta Blog sitesinde okurlarla paylaşılmıştı. (Bkz: https://orfeyusarafta.blogspot.com/p/bu-ne-bicim-turku-ou.html) Taşkayaların Fahamettin ve arkadaşı Hacı Hüseyin o yazıda da bir başka türkü üzerinde konuşur, değerlerdirmeler, yorumlar yaparlar. Dolayısıyla, değişik Bloglardaki ‘’Bu Ne Biçim Türkü ’’, ‘‘Yaylalar, Yaylalar’’, ve ‘’İki Mars Bir Oyun Etti Beş’’ yazıları arasında, kullanılan yöresel dilden öte bir başka ‘’akrabalık’’ var. Birlikte aslında bir ‘’trilogy’’ (üçleme) oluşturuyorlar bile denebilir. Orfeyus Arafta Blog sitesinde bu yazarın başka yazıları da var. Ne var ki onunkilerden daha ilginç, duyarlı, ve yaratıcı olan denemeler. Blog sahibi Sadık Mercangöz’ün imzasını taşıyor. Onları bugüne dek izlememiş olanların daha fazla gecikmemelerini öğütlüyorum.






1 yorum:

  1. Olay basit ama Ustalık anlatımında hocam, ne kadar safiyane ve açık bir anlatım. Ege yöresini harika canlandırmışsınız, daha öncede bunun benzerini okumuştuk ancak bu defa daha başarılı olmuş sanıyorum ya da albümü hazırlarken bir den eski bir tanıdığa rastlamış oluğumdan olmalı. ""Selam ülen bizim ol'an, deyve gari, nereye len?"

    YanıtlaSil

Yorumunuz okunduktan sonra yayınlanır. Yorumunuzun altına ad ve soyadınızı yazınız, Kimliği belirsiz yorumlar yayınlanmaz.

ÖNE ÇIKAN YAYIN

And They Died / Gün Gencer

  AND THEY DIED (THE ROAD TO GALLIPOLI) (ÇANAKKALE SAVAŞINA GİDEN YOL) A TRAGEDY IN THREE ACTS  (A Docu-drama with music written in memory o...