Levent gitti ben çembere takıldım
https://sonsoz.com.tr/surdurulebilir-varolusculuk/,
https://sonsoz.com.tr/dun-soylediklerin-bugunkulerle-ortusuyorsa dogrusun ve
https://sonsoz.com.tr/surdurulebilir-varolusculuk/
geçmiş yazılarımdan Kadıköy Maarif Koleji lise yıllarımda varoluşçuluk ve saçmacılıkla (absürdizm) nasıl haşır neşir olduğumu bilirsiniz. Camus’nun "Yabancı"sı, Sartre’ın "Bulantı"sı yardımcı yaşam dersi kitaplarımdı. Levent Çelik sınıf arkadaşımla birlikte bu felsefeleri yaşama taşıma yarışı verirdik…
Delikanlıyken bu felsefi görüşler arasında ölüm temalı, intihar temalı, bulantı temalı kitapların etkisinde altında kalmış mıydık bilmiyorum ama mesela Camus, Sartre ve Nietzsche aşağıda alıntıladığım beylik lafları ederken mutlaka akmasa da damlamış ve bizde tortusu kalmıştır. Örneğin Albert Camus, intihar sorununa dair Sisifos Söyleni’nde şöyle der: “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir.” Camus’nün sözcükleriyle ifade edecek olursak; “Bir insanın yaşama bağlanışında dünyanın tüm düşkünlüklerinden daha güçlü bir şey vardır. Bedenin yargısı, aklın yargısından hiç de aşağı değildir, beden de yok oluş karşısında geriler.” "Öyle bir gün geliyor ki, insan olması gerektiği yerde olmak istiyor. Ama kimi kez yaşamak için, intihar etmekten daha çok cesaret gerekiyor..” dediği “Mutlu Ölüm” ki (Camus'nün 1930'ların sonunda tasarlayıp oluşturduğu, ancak ölümünden sonra yayımlanabilen romanıdır. Bunun sebebinin yazarın bizim ders kitabı olarak okuduğumuz “Yabancı” romanı üzerinde çalışması olduğu ve konu yakınlığı, kahramanı Mersault‘nun aynı olması nedeniyle de "Mutlu Ölüm"ü ertelemiştir.) Albert Camus dediğimizde sanırım akla ilk gelenlerden biri onun intiharı bir felsefi problem olarak ele alıp incelemesidir.
İntihar, Camus için, yaşamın anlamını araştırırken, yaşama dair yargıda bulunup bulunmama açısından hayati bir role sahiptir. İntihar düşüncesi ya da eylemi aslında içinde neyi barındırıyor? Yaşamın anlamsız olduğunu kabul müdür, yoksa bir başkaldırı ve bir reddediş midir? Camus “Kimi kez yaşamak için, intihar etmekten daha çok cesaret gerekiyor.” der ve yine de intiharı bir noktada kıymetli görür Camus, intihar etmeye gelinen noktada insanın yaşadığı aydınlanmanın gerekli olduğunu düşünür. Ama “Durun!” der yine de, o noktada kalın ve geri dönün. Oysa “İntihar bir kaçış değil, reddediştir.” diyor Jean Paul Sartre, Camus’nun kaçışı vurgulayan sözüne karşılık, yaşama ilişkin normları çiğnemek isteyenlerin ve çizilen sınırlar karşısında sınırları aşmak isteyenlerin intiharı tercih etmelerinin bir reddediş, bir protesto olduğunu vurgulayarak.
Sartre’a göre intihar düşüncesi bir vazgeçişi, bir kaçışı simgelemez. İntihar eylemi cinnet halinden ve acizlikten ziyade bir varoluş sorgusudur. Aynı zamanda bir arayıştır, hiçliği anlamaya doğru yapılan. Ama daha çok bir başkaldırıdır. Dünyadaki varlığının tinsel ölümünü, bedensel ölümle vurgulayan gösterişli ve sembolik bir anlatımdır aslında. İntihar eden kişi, dünyanın geçmişine ve geleceğine geri dönülmez ve kararlı bir yolla sırtını döner ve kendi dünyevi tarihini böylelikle sonlandırmış olur. Dünya üzerindeki varlığına son noktayı koyar….
Böylesi ağır varoluş tartışmaları ve düşünceler içinde geçerdi yatılı okul günlerimiz, etüd saatlerimiz.. Kafa karışıklığı içerisinde geleceğimizi kurgularken uyumsuzluklarla boğuşurduk… Nitekim mezuniyet sonrası bir daha hiç haberini alamadığım Levent'in Kuzey ülkelerde bir yerde, zamanın varoluşçu ruhuna uygun olarak intihar edercesine yaşadığı hayatının sonlandığını duydum...Beni 68 kuşağının en ön saflarında olduğum vurdulu kırdılı başkaldırı günlerinde olası bir ölümden, ya da yaşamın olumsuz yaşadığım kimi günlerinde depresyona düşmekten kurtaran ne oldu bilir misiniz... Yapmakta olduğu şey her neyse onda en iyi olma dürtüsü...ihtirası artık ne derseniz ...En iyisi olamayacağım bir şeye rastladığımda yan çizip, gereği kadar yaparak durumu kurtarmaya baktım. Dersler mesela... Beşten şaşmaz altıyı aşmazken takım sporlarının hemen hemen hepsinin liderliğini, takım kaptanlığını kimseye bırakmadım.. Hiç unutmam boru çalmasını bilmediğim halde tambur majörlük yaptım.. Hayata karşı zayıf düşmeme ihtirası beni onun orta göbeğinde tuttu... Yaşamsal mesleki pratikler ötesinde en iyisi olmak ihtirasına kapıldığım, belki de hastalığına tutulduğum basketbol mesela...En iyi oyuncusu olamıyorsam, en iyi koçu ve/veya en ters köşe yazanı olma ihtirası, hatta sendromu bile diyebiliriz, altmış yıl yol arkadaşım, yalpalamadan yılmadan dengede tutanım oldu Basketbol... Ayıp değildir söylemesi; 18 uydu kentte 160.000 bin toplu konutun Emlak Konut kurucu Genel Müdürüyken ita amirliğiyle taçlandırdığım mimarlığın da en kralını yaptım... Sartre'ın sözünden çıkmadan; Her zaman kendimden bir adım önde oldum ve yaşadıkça kendimi oluşturdum.. Camus da kaleciymiş ama onu futbol, intiharı çok çağrıştırdığı söylene gelen trafik kazasıyla gelen ‘mutlu! ölüm'ünden kurtaramamış... Ben de basketbol yaşama yapıştırıcı oldu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz okunduktan sonra yayınlanır. Yorumunuzun altına ad ve soyadınızı yazınız, Kimliği belirsiz yorumlar yayınlanmaz.