Çubuk Ovası / Okan Üstünkök

 

 

     ÇUBUK OVASI / ORMAN HAVASI / ANKARA TAVASI

 

                                       (ALTERNATİF TARİHTE 1402)

 

 

Bilindiği gibi, ‘’Tarih’’ tarafsız olarak ele alınması zor bir konu.     Çünkü her toplum tarihi kendine uygun geldiği gibi yazmış, yazıyor.                   O nedenle de ‘’resmî tarih’’ diye bilinenler çoğunlukla pek güvenilir  sayılmaz. Buna iyi ve erken bir örnek, uygarlık tarihinin ilk önemli ‘’meydan savaşı’’ diye bilinen Kadeş çarpışmasının (İ.Ö. 1274 veya 1295) kayıtlarıdır. Taraflar (Hitit ve Mısır  hükümdarları) kendi belgelerinde hep karşı tarafı nasıl tepelediklerini, ‘’omuz üstünde baş bırakmadıklarını’’ falan anlatır dururlar. Oysa gerçekte o savaşta ne kaybeden vardır, ne de kazanan.  Zamanın teknolojisiyle ‘’kitle imha silahları’’ olmadığı için göğüs göğüse çarpışan (daha doğrusu bir bakıma güreşen)  ordular yenişememiş, sonuçta hükümdarlar  tarihin ilk barış anlaşmasını gerçekleştirmiş, günün sonunda iki taraf el sıkışıp evli evine, köylü köyüne  gitmiş,  kavga bitmiştir. Eldeki kayıtlar sonradan her iki tarafın da kendi iç politikaları için sonucu saptırıp, görülmemiş kahramanlıklarla nasıl görkemli bir savaş kazandıklarını halklarına anlatarak günün deyimiyle tribünlere oynadıklarının belgeleridir. Gerçek başkadır.

 

Daha geç bir örnek Ayasofya’yı (İstanbul) yaptırmakla ünlü Jüstinyen-Theodora çiftinin döneminden kalma.  J  ve T,  devrin ünlü tarihçisi Prokopius’u  yönetimlerinin ‘’resmî’’ tarihini yazmakla  görevlendirirler.  İmparator ve İmparatoriçe,  Prokopius’a  kendilerini abartılı bir biçimde ballandırmasını ve olayları yalnız  olumlu ve övgülü olarak yazmasını emrederler yoksa kellesi gidecektir. Prokopius da mecburen isteneni yapmışsa da akşamları evinde gizli gizli işin ‘’doğrusunu’’ yazmıştır  (Prokopius, Gizli Tarih, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1973. Orhan Duru çevirisi. Başka baskıları da var. ) 

Aslında onun yazdığının ne kadar ‘’doğru’’ olduğunu bilmek de kolay değil. Bilinen, arada tarihsel gerçeğin  yine güme gittiğidir. Nokta. 

 

‘’Alternatif  Tarih’’, adı üstünde, işte resmî tarihin bu güvenilmezliğine alternatif olarak ortaya çıktı. Batı’nın yazın dünyasında  geçmişi taa 11. Yüzyıla dek iniyor.  Bizde çok daha yeni. Yalçın Küçük  21 Yaşında Bir Çocuk: Fatih Sultan Mehmet  yapıtıyla (İstanbul: Tekin Yayınevi, 1987) alternatif tarih yazınının başını çekmişti. Okuyacağınız yazının yazarı da, naçizane, Yalçın Hoca’nın açtığı yoldan giderek  bazı tarihî olaylar için bir süre önce ‘’alternatif’’ (ama gerçekten alternatif hatta aykırı)  anlatımlar geliştirmişti.  Birincisi  (Viyana Dedikleri / Turtadır Yedikleri) daha önce Blog’da yer almıştı. Bu deneme  dizinin ikincisi. 2011 tarihli. İlk yazıldığında şiirdi. Şimdi düzyazı. 

 

‘’Resmî tarih’’e güvenilmez dedik, tamam, ama ‘’alternatif tarih’’ anlatımlarına acaba ne kadar güvenilir, ona okurlar karar versin. 

 

 

 

Timur’u herkes  tanırdı. Çekik gözlü bir Moğol beyiydi. Köyün göz  bebeğiydi.  Biraz şımarık büyüdü o yüzden, okuldan bile atıldı. Hiçbir işte dikiş tutturamayınca  sonunda imparator olup Ankara’ya giden bir kervana  katıldı.  Yanında fil getirdi. Hem de  çuval çuval. Hepsi de cins, hepsi iyi mal. Kimi siyah, kimi ak, bir kaçı da tekirdi. 

 

 “Haydee! Kesmece bunlar! Safkan fil var,  filler var. Tombuldur, tazedirler,  çiğ çiğ bile yenirler. Hani ya,  var mı isteyen ? Kalmasın hiç filim yok diyen”   diye, bozacı gibi  bağıra bağıra eşeğinin sırtında çuvalla  sokak sokak fil pazarladı. O zaman Ankara’ nın muhtarı Yıldırım Beyazıt adında biriydi. Kendisi boş vakitlerinde İstanbul’da padişahlık falan da yapardı.  Evden çıkıp Timur’ u çok fena azarladı :

 

Ne bağırıyorsun hemşeri ?! Korkuttun bebeleri. Burası dağ başı mı yoksa o çekik gözlerin şaşı mı ? Görmüyor musun evleri ? Çekilmiş perdeleri. Besbelli herkes uyuyor.  Haykırıp durma öyle.  Duyan zaten duyuyor

 

Timur iri yarıydı. Karate marate uzmanıydı,  epey de kabadayıydı. Beyazıt’ a dedi ki   “Kes ulan ! Ben sadece biraz aksıyorum yürürken, sensin görme özürlü olan. Alt tarafı fil satıyoruz burada, kime verdik ki ziyan ?

 

Beyazıt da diklendi :  “Ben anlamam efendi ! Zaten bizde para yok, millet fakr-ü zaruret icinde harap ve bitap düşmüş, sefil, perişan. Baksana avurdu nasıl çökmüş. İstesek bile alamayız, fillerin olsa da pişmiş..”

 

Timur içinden “Tövbe, tövbe … Bu fakirler de hep beni bulur” dedi,  fazla uzatmadan eşeğin sırtına çuvalını yükledi.  Zaten akşam olmuştu. Sakat ayağı da epeyce yorulmuştu. Yola koyuldu. Çubuk ormanına gelince yağmur başladı,  ince ince. Filler “van minütbiz daha gitmeyiz” deyince Timur da oracığa otağını kurdu. Kafayı vurdu, uyudu. 

 

Ertesi sabah kalkınca ne görsün ?  Ankara halkı gece gelip fillerin hepsini yemişler, gebe çakallar gibi yerlere serilmişler. Fillerden tek kırıntı kalmamış, kemikler bile sıyırılmış !

 

Ee  Beyazıt efendi”  dedi Timur,  kendi kendine,  “işte bak bu olmadı.. Kebap yaptırdın filleri,  orman morman da kalmadı. Yahoo biz Orta Asyalıyız be, Ergenekon  Mergenekon bizdedir, bize lololo denmez. Bilmen  gerekirdi ki her filin eti yenmez.. Ben bunu nasıl affederim ? Gitti güzelim filler, sineye mi çekerim ? Ekmek parası bu arkadaş, benim filim yenilmez. Timurda da ne fil varmış denilmez !” diyerek kılıcı çekti Timur. 

 

Olayın aslı budur. Çubuk ovasında Yıldırım Beyazıt’ ı kovalayıp  yenilen fillerinin hesabını sormuştur. Mahalleliyse işte o günden beri ‘’ahh nerede o  Ankara Tavası’’ diye Timur’ un fillerini sayıklayıp durmuştur. Fil yerine koyun, keçi kavurup kendini avutmuştur. Okullar bu olayı bize hep yanlış okutmuştur.  Ne mutlu ki bu satırların yazarı gerçeğe ışık tutmuştur. Altıyüz yıllık yanlışı sonunda doğrultmuştur.

 

Okurken  bu yazılanlara “yok  deve” diyenlerin  kimisi,  torunu morunu olabilirler Çubuk’ta   filleri  yiyenlerin, ama şunun şurasında konuşuyoruz işte, tatlı tatlı ve sorun çıkarmadan. Az değil, altıyüz yıl falan geçmiş aradan.  Bu zaten  zaman aşınımına  uğramış  bir olay. Bencileyin hakkında konuşmak kolay. Hesap mesap yok ödenecek diyelim, yiyene afiyet olsun.Timur da çoktan unutmuş gitmiştir, mekânı cennet olsun.

 

*

 

                                  

 


1 yorum:

  1. Ehh bir tevarih dahi anca bu gadder yazulur, goca goca fenafilleri piliç niyetine yeyüp ve dahi şükredüp ve dahi kemüklerü un ufag edilup kedü maması niyetine nankör ve şaşu gedi milletüne hedaye niyettine ve sevabına dağıtılursa onun hükmü nedür diye sual edllüpte Şeyhül muharririn Felek ustamuz el cevap buyurmuştur ki: Timurleng sinirlenüp Çubuk ovasını ve dahi ANgara tavasınu halgına yasağ eyleyüp; Bundan böyle çubuk namı ile maruf ovada kelem ile hıyar turşusu yapılması hariç fenafil rsetoranları men edile..vs vs.

    YanıtlaSil

Yorumunuz okunduktan sonra yayınlanır. Yorumunuzun altına ad ve soyadınızı yazınız, Kimliği belirsiz yorumlar yayınlanmaz.

ÖNE ÇIKAN YAYIN

And They Died / Gün Gencer

  AND THEY DIED (THE ROAD TO GALLIPOLI) (ÇANAKKALE SAVAŞINA GİDEN YOL) A TRAGEDY IN THREE ACTS  (A Docu-drama with music written in memory o...