AFEDERSİNİZ KISMET
3/2020 – 7/2021 Bristol Üstünkök
Bahçıvan kadrosuna atananlar arasında adım var mı diye o gün orman
fidanlığının kapısında asılı listeye bakmak için Saray Muhallebicisinde her
zamanki sabah keyfimden bile vazgeçip Horozköy’e gelmiştim.
Uzun süredir afedersiniz işsizdim. Çünkü babam bana bir türlü iş
bulamamıştı. Zaten hayatım boyunca sağolsun adamın pek hayrını görmedim. Sağolsun demek biraz yersiz oldu, babam öldü
gitti ama, afedersiniz ağız alışkanlığı
işte. Ne diyordum? Ha, adamın pek
hayrını görmedim. Ondan kalma hepi topu
bir ev var. Öyle yalı, köşk, lüks, müks bir şey değil yani. Nerede ? Nohut oda bakla sofa, afedersiniz kıç kadar. Taş
çatlasa üçyüz, hadi bilemedin dörtyüz metrekare. Mecburen oturuyorum. Evet, yeri fena değil, eh işte, koru
içinde, ağaçlık falan da ama onunla iş bitmiyor ki. İnsanın yığınla başka
gereksinmesi, yıllardır alıştığı şusu busu, afedersiniz içkisi sıçkısı oluyor. Sözüm ona baba olacak ama bunları hiç
düşünmedi adam. Neymiş? Eğitimime
katkıda bulunmuşmuş. Afedersiniz marifet sanki! İş olmadıkça eğitim
karın doyurmaz ki. Al işte en iyi örnek ben. Eğitimim cillop, dört
dörtlük. Üstelik dört yıllık okulu yedi
yılda bitirdim, sindire sindire, aceleye
getirmedim yani. Babama iyilik olsun,
adamın bana iş bulma olanağı artsın diye üç beş sene daha okuyup yüksek lisans
yaptım. Yani aslında ben ona destek oluyordum ama görünüşte sanki o beni destekledi. Okul masrafları falan yani. E,
destekleyecek tabii. Ben istedim de mi dünyaya geldim desenize. Afedersiniz
onun şeyinin keyfinden oldu iş. Yani işte annemle... Neyse. O konuya hiç
girmeyelim.
Yüksek Lisans tezim bitince ‘’baba,
hani iş’’? Yok. Bulmamış. Şans değil,
ekonomik durum değil. Tümüyle babamın
beceriksizliği. Hadi ona bir fırsat daha yaratayım, afedersiniz doktora yapayım
da adamın bana iş bulması garanti olsun
dedim. Bakın görüyorsunuz ben onun bana
iş bulmasını kolaylaştırmak için afedersiniz ne sıkıntılara katlanmışım. Sıkıntı dediysem dersler, seminerler, arazi
çalışmaları falan demiyorum, onları geç, ama gündüz okul kantininde, geceleri
de arkadaş evlerindeki partilerden, ne bileyim gece kulüplerindeki, barlar, kafeler, pavyonlar, müzikhollerdeki buluşmalardan eksik
kalmamak için çok uğraştım, epey zorlandım yani. Doktora programı da uzun
sürdü. Tezime anlatamam ne çok emek verdim. Tümünü değerli kaynaklardan dikkatle seçip kes yapıştırla ve afedersiniz çok özenli
intihal tekniğiyle yaptım. Canım
çıktı. Ben bu kadar yoğun uğraşıp
duruyorum, babam ohoo, kendi keyfinde. Gerçi okul masraflarını karşıladı, tezin daktiloya
çekilmesi, ciltlenmesi, enstitüden geçirilmesi falan gibi kıvır zıvır işleri
ayarladı ama hepsi o kadar. Onu da
yapsın artık canım, aaa. Bu arada ben afedersiniz şey gibi çalışırken o ne
yapıyorduysa maaşı mı vardı artık neyse, bilmiyorum, ilgilenmedim de zaten, onu
harcadığı yetmemiş, eldeki tüm malı mülkü de satmış savurmuş. Paralarla kimbilir nerelerde ne yaptıysa afedersiniz hovarda adam iflasın
eşiğine gelmiş. Söyler misiniz, bu kadar
sorumsuzluk olur mu? Neyse, çalış çabala
kan ter içinde tezimi bitirdikten sonra
kutlamak için gazino kapatıp arkadaşlarıma öyle ahım şahım falan değil valla,
topu topu kırk elli kişilik, orta halli, hatta afedersiniz mütevazi mi mütevazi
bir parti verecektim, babama ‘’para
ver’’ dedim. Adamın cevabı ‘’ahhgrk’’
oldu. Daha ben ‘’aaa o ne demek öyle ayol’’ derken vermemek için eliyle
ceketinin sol cebindeki cüzdanı sıkı sıkıya kavrayarak tak diye düştü oracıkta öldü
düşüncesiz ! İyi mi? Sırası mı yani, söyler misiniz? Partiyi yapamadım, rezil
oldum arkadaşlara. Yani hayatta babana bile güvenmeyeceksin, kendi göbeğini
kendin keseceksin. Kaderim böyleymiş, hayırlı babaya düşmemişim. Afedersiniz
kısmet işte. Zaten her şey kısmetle. Şimdi de iş başa düştü, işi kendim
arıyorum mecburen.
İşte sabah sabah o yüzden fidanlığın önündeydim. Listeyi daha asmamışlardı. Bekliyordum. Yaz başlangıcında hava daha
sabahtan sıcaktı. Gölgesinde durduğum ağaçta bir karga gaklayıp duruyordu.
Sabahın körü ayol, ne gaklaması bu böyle derken afedersiniz salak kuş tepeden
elimin tam üstüne şap diye afedersiniz şeyini yapıvermez mi? Elim afedersiniz
şey içinde kaldı. Kısmet derler değil mi? Ayol bunun neresi kısmet? Olmaz
olsun. Bir yerden su bulsam elimi
yıkayacağım da etrafta ne çeşme var, ne
çay, ne dere, ne ırmak. Hani
Türkiye’nin her tarafı sulaktı? Serapa uyduruk.
Yok öyle bir şey. Ben aklımdan öyle ırmak mırmak geçirirken birden kendimi Amasya’da Yeşilırmak kıyısında
buluverdim mi? Haydaa! Önümde nehir, karşımda
koskoca Hazeranlar konağı. Neye uğradığımı şaşırdım. Amasya’yı
görmemişim ama resimlerinden tanıyorum. Afedersiniz cahil değiliz
herhalde. İyi de böyle bir şey nasıl olur ? O sırada
yanımdan geçen iki okul çocuğu afedersiniz
‘’oha lan bu herif nerden çıktı böyle
birden’’ demese inanmayacağım
çünkü az önce afedersiniz taa Horozköy’deydim. Şaşkın şaşkın durmanın alemi yoktu tabii.
Kendimi topladım. Irmağa eğildim, elimi yıkadım. Neyse hiç olmazsa bir ırmak
kalmış canım, o kadar da uyduruk değilmiş yani. Oracıkta bir banka oturdum ki
olan biteni hazmetmeye çalışayım. Yahu
bu nasıl iştir ? İnsan aklından
geçirdiği yere patadanak ışınlanır mı ? Böyle uyduruk şeyler afedersiniz filmlerde,
dizilerde olur, gerçekte olmaz, ama oldu işte. Şaşkınlık bir yana, Amasya’yı
bilmem etmem, burada ne yapacağım?
Kalacak yerim yok. Para dersen zaten yok, afedersiniz meteliğe kurşun
atıyorum. Düşün düşün, çok afedersiniz şeydir işin durumundayım yani. Derken
kafamda ampul yandı. Bir anda başka yerde olabildiğime göre ‘’acaba bunu isteğe
göre yapabilir miyim, deneyeyim bakayım’’ dedim kendi kendime. Öyle ya,
fidanlıktayken el yıkayacak su dedim, kendimi ırmak kıyısında buldum. Şimdi
burada fidanlık dersem herhalde geri dönerim dedim. Evet,
şrak! Horozköy. Ohh! Ferahladım. O zaman ‘’dur bakalım’’ dedim. Eğer ben
istediğim zaman istediğim yere gidebiliyorsam ne diye burada iş miş için boşa
vakit harcayayım? Gece vakti ışınla kendini afedersiniz anasını satayım bir bankanın kasa dairesine.
Topla artık ne toplayabilirsen, dön
evine, ohh. Bundan iyisi kuru kayısı. Boşver arkadaş, git eve, planla hayatının
bundan sonrasını. ‘’Ev’’ dedim, pat! Saniyesinde salondayım. Kalbim küt küt. Bu olay hayatımı tümden
değiştirecek, yaşadım valla! Ama acele etmeden biraz daha düşüneyim diye
koltuğa oturdum. Sekiz on kez derin nefes aldım. Birden
bu durumun tehlikeli de olabileceği
aklıma geldi. Öyle ya, haydi
diyelim gece kimse yokken bir bankanın kasa dairesine girdim. Peki, ya oradaki alarmlar zır zır ötmeye başlarsa?
Bir yandan ‘’o zaman tüyersin, ne
olacak’’ diyorum ama bakarsın içerde güvenlik görevlisi vardır, çeker vurur. Kameralardan
falan afedersiniz izimi bulurlar, yanarım. Hemencecik böyle bir şey yapmaya
korktum doğrusu. Dedim ki en iyisi ufaktan başlayayım, deneme olsun. Ufaktan
dediğim, evin hemen karşısındaki bakkal.
Ben daha içimden bakkal derken
güm! Dükkandayım. Yahu bir dur!
Bu iş güzel ama anlaşılan dikkat
etmeli. İyi ki o anda afedersiniz
soyunuk falan değildim. Bakkal Murtaza
da uyukluyordu. Nasıl geldiğimi farketmedi. Gözünü açıp beni görünce kaşları
çatıldı. ‘’Beri bak arkadaş, sonra
söylemedi deme. Borçların birikti de
birikti. Rahmetli babanın hatırına ses etmiyorum ama yetti artık! Biz de ev
geçindiriyoruz şunun şurasında. Sana ay sonuna dek süre. Ödedin, ödedin, yoksa bozuşuruz, ona göre.’’
‘’Tamam tamam, ben de zaten bir şey almayacaktım. Sonra gelirim ‘’ dedim.
Afedersiniz üç kuruşluk bakkal parçasının
bana dediğine bak! Sen kimsin yaa? Tövbe tövbe. Çıktım, eve döndüm. El ayak çekilsin de kendimi
dükkana ışınlayayım, ne istersem toplayıp döneyim diye biraz bekledim. Murtaza’nın mahalleliye
attığı afedersiniz kazıklar yanında benim dükkandan alacağımın ne önemi
olacaktı ki, değil mi? Salon penceresinden bakıp dükkanın ışıkları sönünce
bakkal der demez abrakadabra! Oradayım. Ne var ki bu kez dükkanın taa en dibine ışınlanmışım. Murtaza dükkanı
kapatırken dışardaki ekmek dolabını, su damacanalarını, afedersiniz soğan patates
çuvallarını falan ne varsa içeri almış. Kımıldayacak yer yok. Hay aksi dedim,
eve geri ışınlandım. Anlaşıldı, bu
beceriyi afedersiniz kıçıkırık bakkal malı için ziyan etmemeliydim. Yahu ben
masterli, doktoralı, kültürlü, toplum
için olağanüstü değerli biriyim ama toplumun umurunda değil. Afedersiniz çüş
yani! Bu kadar eğitimli meğitimli olacaksın
ama evde rokfor, sonra ne bileyim
afedersiniz havyar, jambon,
şampanya, kristal kadeh madeh olmayacak.
Olur mu? ‘’Haydi oğlum’’ dedim. ‘’Bak babanın sana vermediği kendiliğinden oldu
işte. Git hakkını kendin al. Bırak afedersin donu düşük bakkalı. Niye ufak balıkla uğraşasın? Madem istediğin zaman istediğin yerde
olabiliyorsun, ol o zaman birader, salaklık etme.’’ Gazeteler o gün başkanlık sarayında resepsiyon mu neyse öyle bir şey var diye yazmıştı. Gazeteyi bulup
baktım. İşte bu! Tam da saati. Kalktım, afedersiniz traş mraş oldum,
lâcileri çektim, haydi saraya. Ne davetiye, ne güvenlik denetimi, anında
ziyafet salonundayım. Off! Koskoca bir
büfe düzmüşler, afedersiniz bir tek kuş şeyi eksik. Başkan, bakanlar, davetliler,
kordiplomatik falan ayaküstü sohbetteler. Daha yemeğe başlamamışlar. Ben fazla oyalanmadan sanki çalışanlardan biriymişim gibi hemen
masadaki yiyecek dolu servis tabaklarından bir kaçını aldım. Koltuğumun altına da bir şişe Malbec. Afedersiniz alkolsüz ama olsun. Yandaki paravanın arkasına geçip ‘’haydi
eve’’ der demez evdeyim. İşte bu iş bu kadar. Yemekler güzel mi güzel. Jumbo
karidesler, Ejder Meyveli
Smoothie (Chia tohumu eşliğinde), Efuli (Liçi meyvesi eşliğinde), Aloevera
(Starex meyvesi eşliğinde), Orman Meyveli Special, Pataşur içerisinde Çerkez Tavuğu,
Zencefilli Somonlu Suşi, Tartalet içerisinde Antakya usulü Humus, Susamlı
Levrek Simidi, Aydın usulü kuzu çöp şiş, portakallı tavuk,
şu bu. Afedersiniz tam ağzıma layık.
Başkanlığın armalı porselen
tabakları da cabası. Geri götürecek değilim ya. Hah şöyle! Bundan sonra bir elim yağda, bir elim balda
yaşayacağım. Eee, hakkım bu benim. Çok bile bekledim. Oohh yahu, nihayet !
Bir de uyandım ki, aaa! Hepsi
rüyaymış. Ev buz. Yorgan üstümden kaymış, titriyorum. Tevekkeli
ne zaman ‘’rüya gördüm’’ desem rahmetli
nenem afedersiniz ‘’kıçın açık kalmıştır da ondan’’ diye yanıtlardı. Doğruymuş.
Tüh!
Bari kalkıp gideyim de dükkanı açtıysa şu suratsız Bakkal Murtaza’nın veresiye defterine
afedersiniz gene birkaç yumurtayla bir
kangal sucuk yazdırayım. Bir de ekmek.
Ah ulan baba! Ben sana ne diyeyim ‘lan!
Ay çok afedersiniz, birden kendimi tutamadım.
***
Yine her zamanki gibi keskin ve alaycı dil ile bu günlerde en yaygın hastalığa limonata gibi teşhis... Sorumsuzluk. Kısa ama öz bir anlatım. Kelimelerle ve anlamlarla oynaşmak, OÜ nün üslûbu...
YanıtlaSilAklınıza ve ellerinize sağlık. Devam ediniz hocam. Sadık
Yine yüreklendirdiğin için yine sağol Sadık.
YanıtlaSilBir ufak not: Mizahî yazılarda bazı kişi, tutum, davranış, ve sözleri konu ederken amaç ‘’alay etmek’’ değil tabii. Olsa olsa bunları abartıp gülünçleştirerek onaylanmayabileceklerine dikkat çekmek. Öyle olunca yapılan bunlarla hafiften ‘’dalga geçmek’’oluyor. O zaman alay gibi acıtmıyordur sanırım. En azından benim naçizane niyetim bu. Orfeyus Arafta’da yer vererek onurlandırdığın ‘’Beş Dakkada Beşiktaş’’ şiirimsi şeyde bu konuda samimi itirafım var,o da suçu hafifletiyordur umarım. Okumamış olanlar için izninle buraya da alıyorum:
BEŞ DAKKADA BEŞİKTAŞ 22 11 92 Dhahran
bugün günlerden bursa
dün galiba derince’ydi
yarın belki yarımca
zaman ve yer karışıyor arkadaş
yaş karagümrük’e varınca
ben de zaman zaman yeri gelince otobüste dolmuşta
dalgamı geçiyorum iyi mi karınca kararınca
_ kardeş haritanız acaba kaç ?
benimki ne zamandır durmuş da…
İkinci ufak not: G: B Shaw bir dostuna 12 sayfalık mektup yazmış. Sonuna da ‘’bağışla, daha kısa yazamadım, vaktim yoktu’’ diye hamiş koymuş. Ben de kısa yazamıyorum, huyum kurusun. Affola…
O
Bayıldım, bayıldım bu öyküye de, aynı diğerlerindeki gibi gerçek, ustaca kullanılan mizahi bir hayal gücüyle vurgulanmış. Zeka ve hayal gücünün dil ustalığı ile bize hediyesi bu öyküler. Çok teşekkür ederim.
YanıtlaSilBu arada öyküdeki gibi hayatında istediği yere gelememiş çoğu insanın kendinden başkasını suçladığı ne kadar çok örnekle karşılaştığımı da fark ettim.
Puna