bir zamanlar
O YIL ANKARA’DA KARA KIŞ .......
Kara kış o yıl Ankara’da azıtmıştı. Sıcaklık
birdenbire düşmüş, köşe bucak karla kaplanmış, çatılardan buzdan kılıçlar
sarkar olmuştu. Bahçeye asılan çamaşırlar kurumuyor, gömleklerin kolları yoldan
geçenleri yakalamak istercesine uzamış bir biçimde donup kalıyordu.
Babam bir kez daha uzaklara gitmişti. Nedense
o yıllar trenler çok sık çarpışıyorlardı. Devlet Demir Yollarında yol
müfettişliği görevini üstlenmiş İsmail Lütfi Efendi, gece gündüz demeden, drezin
tepesinde donarcasına, Kalecik üzerinden Çankırı’ya koşturuyordu. Birbirine
geçmiş vagonları ayırmak, karmakarışık olmuş rayları onarıp tren yolunu yeniden
kullanıma açmak, parçalanmış cesetleri toplamakla sorumluydu. Yani pek de hoş
bir görev değildi rahmetli pederin yaptığı.
Bahçedeki
kuşlar acıkmışlardı, titriyorlardı. Ben lellenin (oturağın, lazımlığın)
üzerine tünemiştim, ağlıyordum. Bir yaramazlık yapmıştım, belliydi. Annem de
terliğinin tersiyle popoma pat pat birkaç güçsüz darbe ekleştirmişti. Anacığım
biraz üzgün görünüyordu, belli ki beni hırpaladığından pişmanlık duyuyordu.
Gönlümü almak ve dikkatimi biraz da başka yöne çekmek amacıyla “Gel yavrum!” dedi “Ekmek doğrayalım, kuşlara verelim, yazıktır bu soğukta açlıktan
ölmesinler!”.
Ekmekleri ufaladık. Yeni Sabah gazetesinin
tüm sayfasının üzerini doldurduk.
Bahçeye çıktık ve yere, uçsuz bucaksız karın üzerine serdik. Gökyüzü bin bir
gürültüyle, koyu, gri ve yoğun kuşlarla örtüldü. İrili ufaklı kuşlar, bombardıman
uçaklarını anımsatırcasına gazetenin üzerine pike yaptılar. Bombardıman
uçakları diyorum, çünkü İkinci Dünya Savaşı henüz bitmişti. Karartmalar,
canavar düdükleri, ışıldaklar, tükenmeyen kar, ve Stalingrad önlerinde
amaçsızca donup kalan Alman askerleri taptaze bir biçimde belleklerdeydi.
Kargalar, güvercinler, serçeler pike yapıp
çakıldılar. Kursaklarına birkaç lokma daha fazla atmak amacıyla, önce ekmek
ufaklarını, ardından birbirlerini gagalamaya başladılar. Bu kez kuşlar arasında
yeni bir kör dövüş başlamıştı. Kargaşa fazla sürmedi. Tarlada toplanan Çardak
Sokağı’nın tüm başıboş köpekleri dörderle koldan kuşların üzerine saldırdılar.
Allah’tan Karabaşların Hitler gibi hava filoları yoktu. Gariban kuşlar
kanatlarını çırparak, yalnızca canlarını kurtarabildiler. Bir kez daha aç
kalmışlardı. Köpekler ise kuşlardan arda kalan ziyafet sofrasının başına
çöktüler. Yalanarak, yutkunarak, tıkındılar, sofrayı bir güzel talan ettiler.
Kuş köpek savaşından üç, dört gün sonra babam
eve döndü. Biraz üşümüş, biraz yorgun, çokça da uykusuz görünüyordu. Atladım
boynuna babamın, sarıldım ve hüngür hüngür ağlıyor bir yandan da hıçkırıklar
arasında söyleniyordum: “Biliyor musun,
babacığım? Annemle ekmek doğradık zavallı kuşlara, ama pis köpekler hepsini
yediler, bitirdiler.” Babam yanağımı okşadı, ardından kocaman bir öpücük
kondurdu: “Üzme tatlı canını. Açlığı
yalnızca kuşlar çekmez. Bak köpekler de kimsesiz, onlarda en az kuşlar kadar
acıkırlar, onlar da üşürler. Hadi benim aslan oğlum, sil güzelim göz yaşlarını.
Kuşların, köpeklerin, çocukların, insanların ve tüm canlıların, diğerlerinin
ekmeklerine göz koymadan, sağlıklı, mutlu, üşümeden ve tok karınlarıyla
yaşayacakları güzel günler yakındır.”
Aradan altmış yılı aşkın
bir süre geçti. Babama içimden seslenmeden edemiyorum:
“Baba o gün bana yalan söyledin,
Dediklerinin hiçbiri gerçekleşmedi...
Söyler misin kuşlar neden hala aç?
Köpekler neden aç?
Neden çocuklar açlıktan ölüyor?
Ve neden insanlar hala savaşıyor?”
Şubat 2006
Ersin Arısoy
Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi Öğretim Görevlisi
Elektronik posta earisoy@bahcesehir.edu.tr
Ankara Magazine dergisinin Mart 2006
tarihli 51. sayısında yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz okunduktan sonra yayınlanır. Yorumunuzun altına ad ve soyadınızı yazınız, Kimliği belirsiz yorumlar yayınlanmaz.