Yarhasanlar Tepsi Fırını / Okan Üstünkök

 


 

YARHASANLAR  TEPSİ  FIRINI

SIRADAN BİR ÖYKÜ

 

 Datça 20619/Bristol 5321

 

 

 

Şu Gelen Yar Olaydı

Elinde Nar Olaydı

İkimiz Bir Gömlekte

Yakası Dar Olaydı

 

Sevgi Sanlı

 

 

Meyhaneci Rauf,  Yarhasanlar’daki  köşe arsasının yarısına üst katını kiraya vereceği iki katlı bir ev yaptırdı,  diğer yarısına ise bir fırın.  Arsa büyüktü,  fırının arkasında en az bir hafta yetecek odunun depolanacağı  bir yer de  kaldı. Yapımı tamamlanır tamamlanmaz  Horozköylü iki bekâr arkadaş, sakin mizaçlı Rıza ve hafif yürüme özürlü Ramiz, Rauf’un meyhanesine gelip fırını kiraladılar. Ekmek için Yerel Yönetimden izin almakla, dağıtım işini ayarlamakla  uğraşmadılar. Sadece tepsi pişireceklerdi. Fırını ateşleyip mahallenin sokaklarında el ilanları dağıttılar. Bir kaç gün içinde fırına ummadıkları kadar çok tepsi, tencere, güveç gelmeye başladı.  İki ortak para kazanacaklardı, besbelli,  ama iş yoğundu. Bütün gün   uğraşacaklar gibi gözüküyordu.  Dolayısıyla her sabah Horozköy’den gelip akşam dönmek  kolay olmayacaktı. Mahallede kiralık ev bakındılar. Şansları yaver gitti.  Rıza, kendinden iki yaş büyük ablası Münevver ile birlikte meyhaneci Rauf’un üst katını tuttu. Ramiz de sokağın öbür ucunda,  çizmeci Necati’nin dükkanına  bitişik tek odalı evi kiraladı. Yetecekti çünkü kız kardeşi Nesibe köyden ayrılmak istememişti.   

Ramiz  yürümekte az da olsa  zorlandığı  için ondan bir kaç yaş genç olan Rıza  haftada bir köydeki orman deposundan odun alıp getirme işini ortağına bırakmadı. Kendi üstlendi.

Rıza’nın ablası Münevver kentteki iki yıllık sağlık meslek okulunu  bitirmişti. Ebelik, iğne, pansuman yaptığı mahallede  duyuldu. Gerçi kapıda kuyruklar oluşmuyordu ama gelen hiç yok da değildi. Doktorlar Ramiz’in yürüme zorluklarına karşı kas güçleştirici iğne yazınca o da Münevver’den başkasına gitmeyecekti elbet.  Öyle yaptı. Rıza odun için orman deposuna  gittiği günler  Ramiz de fırını açmadan önce iğne için Münevver’e  uğramaya başladı.

Yirmilerinde evlendirilip köyden ayrılmış, bir kaç yıl sonra kocasının hayırsızlığından boşanmıştı Münevver. Bir daha evlenmeye hiç niyetlenmedi. Boşanma ertesinde Horozköy’e dönünce ortakçıya verdiği tarlanın getirisiyle yetinip etliye sütlüye karışmadan  içine kapanık bir yaşam sürdürdü. Kaçırmadan seyrettiği televizyon dizilerindeki  yasak aşkların,  gizli ilişkilerin heyecanıyla yaşadı yıllarca. Hele okuduğu o pembe dizilerin  her biri kendinden geçirtti kadını. Gene de evlenmeme kararını bozmadı. Deyim yerindeyse  bağrına taş basıp yalnız yaşayan  kardeşi Rıza’yla kaldı köylük yerde. Rıza kente göçmeye karar verince  Münevver tek başına yaşamayı göze alamadı,  daha doğrusu istemedi. Horozköy’ün kısıtlı ortamı yetmişti  zaten yeteceği kadar. Kentte herhalde kendini o kadar kollamaya, sıkmaya gerek olmazdı.  Öyle de oldu. Köydeyken ancak uzaktan tanıdığı Ramiz iğne için geldikçe  utangaç tavırları, konuşurken kızarıveren yanakları, ve kendine özgü aksak yürüyüşüyle bir süre sonra kadında şefkatle karışık hormonlu duygulara ve bastırmayı başaramadığı kalp çarpıntılarına  neden olmaya başladı.  Ramiz uğradığında  Münevver hem duyduğu sevinçli heyecan  pek belli olmasın hem de genç adam hemen gidivermesin diye işi  iyiden iyiye ağırdan alıyor, acelesizce  sağlık çantasından çıkardığı şırınga takımını minik ispirto ocağının  güçsüz alevinde özellikle yavaş yavaş  kaynatıyordu. Her şey hazır olana kadar genellikle pek konuşmuyorlardı.  Ramiz su ısındıkça oluşan kabarcıkları dalgın dalgın seyrederken Münevver de oturduğu yerden onu süzüyordu. Yürürken aksıyordu ama enikonu  yakışıklı sayılırdı Ramiz. Uysal,  çekingen hali ise Münevver’in ayrıca hoşuna gidiyordu. Şırınga soğuyunca  Ramiz ayağa kalkıyor,  arkasını dönüp pantolonunun düğmelerini çözüyor, sonra pantolonu ve iç çamaşırını şöylesine sıyırıp yüzükoyun sedire uzanarak  uslu uslu iğnenin yapılmasını bekliyordu. Münevver her iğneden sonra Ramiz’in elini tutuyor, gözünün taa içine bakarak   ''acıtmadım değil mi?'' diye soruyordu. Giderek el tutmaların süresi uzamaya, Ramiz kapıya gelinceye kadar sürmeye başladı.  Sonunda bir gün Münevver kendini daha fazla tutamadı,  Ramiz sedirden kalkınca kapıya varmadan  adamın boynuna sarılıp hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ramiz afallamıştı. Münevver’in neden ağladığını önce pek anlamadıysa da ''tamam, tamam, dur, ağlama, ne olur ağlama'' diye saçlarını okşarken okşarken o gün fırını açmakta gecikti.   

Ondan sonraki haftalarda da fırının açılması hep aynı nedenle aksadı ama ne olur ne olmaz diye Rıza köyden dönmeden önce fırında olmaya  yine de özen gösterdi Ramiz.

İlişkileri  bu düzende giderken  evlilikten uzun süre  söz açılmadı. Bir gün Ramiz  ''evlensek mi ?'' diye soracak oldu, Münevver konuşturmadı. Kesin bir tavırla ama her zamanki yumuşaklığıyla  ''Bak şimdi ne kadar hoş bir ilişkimiz var'' dedi. ''Evlenirsek böyle olmaz. Senin işin zaten çok. Rıza’nın da. Biliyorsun evi yıllardır ben çekip çeviriyorum. O sorumluluğu bırakamam, olmaz. O zaman da iki evin birden yok alış verişi, yok yemek, yok bulaşık, çamaşır, temizlik, ohhooo... İşin  altından kalkılmaz. Hiç gereği yok. Böyle kalalım daha iyi.''  Münevver aslında işi bahane ediyordu. Yıllardır dizilerden, kitaplardan özendiği yasak aşkı bulmuştu. Evlenip bunun gizli tadını bozmaya hiç niyeti yoktu. Ramiz de bu kaçamak birlikteliklerin rahatlığını ve heyecanını  seviyordu zaten ama sormasa olmazdı. Üstelemenin boşuna olduğunu gördü. Konu kapandı, kaldı.  Ne var ki ablasıyla olan kaçak ilişkisini Rıza’dan gizlemekle ona haksızlık ettiğini düşünmeye, hatta giderek bayağı suçluluk  duymaya başladı Ramiz. Münevver’le ilişkisinin tatlı vazgeçilmezliği ile  arkadaşını aldatıyor olmanın kaygısı arasında  epey sıkıntı çekti. Sonunda bir gün akşama doğru iki ortak fırını kapatıp  arkadaki odunluğun köşesine kurdukları derme çatma masada meyhaneci Rauf’un geçerken bıraktığı ucuz şarabı içerlerken yüreklendi. Ortağının ellerine sarılıp kekeleye kekeleye durumu anlatmaya,  özür dilemeye girişti. Rıza önce Ramiz’in ağlamaklı sözlerini pek yerine oturtamadı  ama arkadaşı biraz daha derli toplu konuşmaya başlayınca anladı. Anlaşılmayacak bir şey değildi ki. Rıza’yı aldı bir gülme.  Kendini tutamıyor, candan, katıla katıla gülüyordu.  Ramiz şaşırdı, bakakaldı. Rıza durulunca gülmekten yaşaran gözlerini kolunun yeniyle sildi. Yüzünde hem biraz  suçlu, hem de rahatlamış bir gülümsemeyle ortağına doğru eğildi. ''Şu işe bak yahu'' dedi. ''Ulan bizim ortaklığımız anlaşılan fırın işletmesiyle kalmamış, desene. İyi de, senin ablamla ilişkin beni ırgalamaz ki kardeşim, bana ne. O ikinizin bileceği iş. Aslında ben zaten ablamın bunca zaman yalnızlığa nasıl dayandığına şaşıyordum. Onun da canı var elbet, o da etten kemikten. Ama şimdi dinle bak: Ben haftada bir Horozköy’e gidiyorsam odun almaya falan değil. Odunun canı cehenneme, parayı verdikten sonra getirecek adam yığınla.  Ben köye senin kardeşin için gidiyorum, kardeşin için. Biz kaç yıldır Nesibe’yle karı koca gibiyiz, kimsenin haberi yok. O buraya gelmiyor, ne yapayım, ben ona gidiyorum. Sen de  kalkmış benden özür diliyorsun.  Kim kimi bağışlasın arkadaş? Yahu bundan daha gülünç bir şey olabilir mi? Biz ablaları kardeşleri takas etmişiz be! En iyisi  ben sana ablamı helâl edeyim, sen de kardeşini bana. Ortaklığımız iyice perçinlensin, bitsin gitsin. Tamam mı?''

Ramiz derin bir nefes aldı. Suçluluk duymasına gerek kalmamıştı artık. Şişeye uzandı, ikisine de biraz daha şarap koydu. ''Ablan  çok güzel kadın'' dedi arkadaşına. ''Ya senin Nesibe?  Ufff!'' dedi Rıza. ''Ama bir türlü evlenmeye razı edemedim. Ne zaman gel evlenelim desem boş ver, bu daha heyecanlı diyor.'' ''Senin ablan da öyle'' dedi Ramiz. ''Önerdim ama, ı-ıh. İstemiyor. Ne yapalım, öyleyse öyle''.  Bardakları tokuşturdular. 

 

Arka odanın açık penceresinden Münevver iki ortağın odunluktaki konuşmalarını  duyuyordu. Kendi kendine  ''hah şöyle be!'' dedi.  Hava serindi. Pencereyi kapattı. 

 

                                                    ***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz okunduktan sonra yayınlanır. Yorumunuzun altına ad ve soyadınızı yazınız, Kimliği belirsiz yorumlar yayınlanmaz.

ÖNE ÇIKAN YAYIN

And They Died / Gün Gencer

  AND THEY DIED (THE ROAD TO GALLIPOLI) (ÇANAKKALE SAVAŞINA GİDEN YOL) A TRAGEDY IN THREE ACTS  (A Docu-drama with music written in memory o...