Hayali arkadaşım Nako / O. Üstünkök

 

 

                                     HAYALΠ  ARKADAŞIM  NAKO

                                                  bristol 28/6/2020

                               yazıdaki bazı adlar gerçek ise de  bazılarındaki benzerlikler rastlantı olabilir
 

 

Kimimizin çocukken  düşsel (hayalî)  arkadaşları olur, olmuştur. Adları da kendileri gibi uyduruktur  (pardon, uyduruk demeyelim de yaratıcı düş ürünüdür  diyelim). Birinin adını Marmuda koymuşuzdur, diğerininkini Alalu. Bir gün gelir, büyürüz, onlar  bize görünmez olur ya da artık biz görmeyiz. Gözden ırak olunca gönülden de ırak olurlar, unuturuz gider. Evde sırası gelir de eski anılar tazelenirken bazan konuşulursa aklımıza gelir onlar ama çocukluk yıllarımızın sisleri içinde çok da net değildirler. Şöyle bir gülümser, gene unutuveririz. 

 

Çoğumuzun büyürken, büyüdükçe, büyüdüğünde de güzel arkadaşlıkları olur. Ot gibi yaşanmaz elbet. Dostlarımızı, arkadaşlarımızı severiz, sevmeyiz,  kızarız, eksikliğini duyarız, özleriz, ararız, aramazsak darılırlar, aramazlarsa darılırız, kıskanırız, bozuşuruz, barışınca kucaklarız,  buluşunca seviniriz,  sevinçleri sevincimizdir, dertleri derdimiz.  Olur da yitirirsek üzülür, solarız, içimizden bir şey kopar, falan filan... Bunlar hepimizin bildiği şeyler. 

 

Şimdi sizlerin bilmeyebileceği bir şeyi paylaşmak istiyorum. İtiraf ediyorum ki benim çocukluktan sonra, bugün bile,   gerçek dostlarıma ek olarak yığınla da düşsel arkadaşım, dert ortağım var. Başkasına görünmezler. Benimdirler ama yalnız kendime sakladığım (ya da aklından zoru olduğum)  sanılmasın diye bundan böyle onları size de  tanıtmaya  karar verdim. 

Aslında bunu benden başka yapanlar olmadı değil. Örneğin   rahmetli Ahmet Kaya’nın Fosso Necdat diye bir bestesi var. Biraz oyun havası gibi. Sözleri Yusuf Hayaloğlu’nun. Ozanın adında  ‘’hayal’’ sözcüğü varsa şiirinde anlattığı büyük olasılıkla ‘’hayalî’’ biridir diye düşündüğüm için Kaya’nın bestelediği şiirinde Yusuf Hayaloğlu düşsel olduğunu sandığım bir arkadaşını, Fosso Necdat’ı  anlatıyor sanıyorum.   Ne var ki  gerçek birisi de olabilir Fosso Necdat. Kabadayımsı, kayıtsız, güçlü  ama biraz da suçlu ya da suça eğilimli, bazan cesur, bazan ödlek biridir o.  Neden olmasın?  Kimi kaynaklarda ‘’yolda araba çarptığında düştüğü yerden kalkıp üstünü başını silkeledikten sonra kendisinden özür dileyen üzgün ve korkmuş sürücüye ‘git oğlum, kaportanı onart, faturanı getir de zararını ödeyeyim’   diyen bir babayiğit’’  olarak tanımlanıyor. Sevimli mi, itici mi, gerçek bir kişilik mi yoksa gerçekten benimkiler gibi hayalî  bir arkadaşı mı ozanın,  pek belli değil. İşte Hayaloğlu’nun şiiri : 

 

    Elinde bir Buzbağ şişe

Dolanıyor köşe köşe

Şimdi karakola düşe

Cop tirina nirinom da

                              Hop tirina nirinom

 

    Sivri burun top yumurta

                            Nara basar uluorta

                            Bekçileri tarta tarta 

                            Tır tirina nirinom da 

                            Tara tirina nirinom

 

    Gene bir gün böyle zırzop

          Gece bekçisi demiş hop

                          Belinin ortasına cop

                          Cop tirina nirinom da

                          Hop tirina nirinom


Geçirmiş bir siyah şalvar

    Poz kesiyor gaddar gaddar

Tesbihi sarı kehribar

Şık tirina nirinom da 

                        Tık tirina nirinom

 

                        Gene bir gün böyle yan yan 

                        Hava basarak bir yandan

                        Karakolun sokağından

                        Pat tirina nirinom da  

                        Pataküte de nirinom 

                        

                      Şapkası tam sekiz köşe

                      Zevkten olmuş dokuz köşe

                      Güveniyor on kardeşe

                     Hot tirina nirinom da 

                     Zot tirina nirinom

 

                    Mahalleli bezmiş ama

                    Çıkamıyor kimse cama

                   Adam değil sanki kazma

                  Hoşt tirina nirinom da 

                  Foşt tirina nirinom

 

                  Gene bir gün böyle çalım

                 Yürüyorken zalım zalım

                 Demişler ki gel bakalım

                 Şak tirina nirinom da

                Şaka şukada nirinom

 

                Fosso Necdat demiş aman

                Anlamış vaziyet yaman

                Kafasından çıkmış duman

                Fos tirina nirinom da 

                Fıs tirina nirinom 

 

 

                             

Hayaloğlu’nun Elazığ’la tanışıklığı  var, besbelli. Şiire giren bir kaç öge bunun somut belirtisi. Elazığ’a özgü öküzgözü üzümünden yapılan Buzbağ şarabı,  siyah şalvar pantalon, sivri burun-yumurta topuk ayakkabı, kehribar tespih, ve sekiz köşeli şapka. Elazığlılar için bunlar önemli, köklü değerler. Özellikle de şapka. 

    

 

Eskiden daha çok ağaların başındaki 8 köşeli bu şapkanın her köşesinde ayrı bir anlam var denir.  Cömertlik, mertlik, dürüstlük, yiğitlik, çalışkanlık, misafirperverlik, alçakgönüllülük ve vatanseverlik.  Öküzgözü üzümü kadar salt Elazığ’a özgü değilse de Elazığ daha çok sahiplenmiş bu özel şapkayı. Patentini almışlar.  

Böylesine  benimsenmiş bir başka giysi de Yunan balıkçılarının keçe kasketidir.

                           


    Aslında bu da tümüyle Yunan balıkçılarına özgü sayılmaz, benzerleri başka  yerlerde, başka           kültürlerde de aynı yaygınlıkta kullanılır. Solda Lenin’in başındaki. Ortada Avusturya’da yaygın olanı. Sağda Ecevit. 

 


              

Başka yerlerde, başka kültürlerde de yaygın dedim ya...Musevilerden söz etmedim bile  ama olsun. Madem Yunanlı balıkçılar sahiplenmiş,  o da olsun mu olsun

 

                                                                        

Sözü döndürüp dolaştırıp Yunan balıkçılarına getirmemin nedeni şu: Kimsenin bilmediği hayalî arkadaşlarımdan biri, daha doğrusu başta geleni,  Yunanlıdır.  Balıkçı  Nako Yanturis.  Size onu tanıtacağım bugün.  

 

1914 yılının  28 Haziran günü Saraybosna’da iki  kurşun atıldı. Bosna Hersek’teki  Avusturya-Macaristan egemenliğine karşı olan bağımsızlık tutkunu genç bir Boşnak, Gavrilo Princip,  o gün Saraybosna’yı gezen Arşidük Ferdinand’la eşi Hohenberg Düşesi Sophie’yi ana caddeden atlı arabayla geçerken tabancayla vurdu, öldürdü. Ortalık karıştı.  Tarih kitapları Birinci Dünya Savaşı işte o gün bu olayla patladı diye yazar, biliyorsunuz.

 

Nako Yanturis de Yunanistan’ın  Kastorya kasabasında o gün dünyaya geldi. Aynı gün, hem de aynı saatlerde, iki sokak ilerdeki ahşap evde  bir bebek daha  doğdu.  Şekerci  Ethem Efe ile eşi dünya güzeli Dilber Şefika’nın üçüncü çocukları Resmiye. Nako ve Resmiye yalnız savaşın başladığı gün doğmanın ortak alınyazısını değil, büyürken mahallenin sütçüsünü, dondurmacısını, sokaktaki seksek, elim sende, saklambaç oyunlarını, taş mektepteki  okul yıllarını, ve delikanlılık çağında Romeo-Jülyet macerasına benzer kaçamak ilişkileri de paylaştılar. Sırılsıklam aşık oldular birbirlerine. Sonra ayrılık geldi çattı. Şekerci Ethem Efe çoluk çocuğu topladı, Kastorya’yı terketti,  Anadolu’ya göçtü. Resmiye gönülsüz gönülsüz Edirne’deki öğretmen okuluna yazıldı. Okulu bitirmek üzereyken soyadı yasası çıktı. Şekerci Ethem Efe’den artık hayır yoktu, elden ayaktan düşmüştü. Dilber Şefika dersen okur yazar bile değildi. Nüfus Müdürlüğüne Resmiye tek başına gitti. Ne soyadı alacağını sordular. Hiç düşünmeden Yanturis olsun dedi. Görevliler birbirlerine baktılar. Dip masada oturan Müdür Bey  Yanturis olmaz, Türkçe değil, ses uyumuna uymuyor dedi. Masadakiler Resmiye’ye iyilik yaptılar. Soyadını Türkçe ses uyumuna uydurdular,  Yentür yazdılar. Resmiye Yentür.

 

Resmiye öğretmen olur olmaz  akrabadan birisiyle söz kesildi. Nişan, nikâh, düğün. Kocası Kemalettin’i sevmedi Resmiye. Mutlu olmadı. Adam da pek sağlıklı değildi.  İki sene sonra ince hastalıktan tükendi. Resmiye kısmetliydi, alımlıydı. Becerikliydi de. İkinci kocayı bulmakta gecikmedi. Ne var ki ikinci kez  evlendikten sonra bile  öldürseler de çocukluk ve gençlik aşkı Nako’yu unutmadı, unutamadı. 

 

 

 

 

 

1943’de ister istemez bir oğlan çocuk sahibi olunca adı Okan olacak dedi. Kocası sormadı, direnmedi, gitti çocuğun adını öyle yazdırdı kimlik belgesine.

 

Kimse de  Okan adının tersten okunursa Nako olduğunu

farketmedi. 

 

Resmiye 1995 yılında göçtü. Nako haberi duyduğunda balıktan yeni dönmüştü. Sabahtı.  Sokağı zor buldu.  Kasketini  ömür boyu tek başına yaşadığı evinin kapı arkasına astı. İçeri  kapandı.  Komşular akşama onu da gülü solmuş buldular.

 

Yaşasaydılar bu yıl 106 yaşına girecekti ikisi de.  Birlikte doğmuşlar, birlikte ölmüşlerdi ama  birlikte yaşamamış, birlikte yaşlanmamışlardı.

 

Nako’nun balıkçı kasketi o gün bugündür kapı arkasında.    Ev yıllardır boş. 

 

Resmiye Kastorya’dan gittiğinden beri hayalî arkadaşımın yüreği

de öyleydi.

 

 


                                                              

                                                   hayalî arkadaşım nako yanturis

 

 

                                                  ***

 











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz okunduktan sonra yayınlanır. Yorumunuzun altına ad ve soyadınızı yazınız, Kimliği belirsiz yorumlar yayınlanmaz.

ÖNE ÇIKAN YAYIN

And They Died / Gün Gencer

  AND THEY DIED (THE ROAD TO GALLIPOLI) (ÇANAKKALE SAVAŞINA GİDEN YOL) A TRAGEDY IN THREE ACTS  (A Docu-drama with music written in memory o...