Kadıköy Maarif Koleji’nden sınıf arkadaşım, sevgili dostum, büyük entelektüel yazar Edip Emil Öymen “senin varoluşçu felsefene uygun bir film” diye hatırlatıp dokümante etmese yıl ortasında sinemada seyrettiğim halde, "Çok özgün film, ilk kez seyrettiğim anda filmin içine giremedim." diyen Atilla Dorsay gibi, farkında değildim iyi mi?.
Çiçeği burnunda; Bu yıl Oscar'la beraber aldığı ödül sayısı 343 olan, "En iyi film" dahil 7 dalda Oscar kazanan 'Her Şey Her Yerde Aynı Anda' filminin arka plan temasında varoluşçu felsefenin varlığının ayırdına varmak “varoluşçuluğun sürdürülebilir güncelliğini” gördüğümden çok hoşuma gitti.
Önce filmi tanıyalım.. Şimdiden Pulp Fiction, Kill Bill vb. filmler tarzında "kült" bilim kurgu yakıştırması yapılan Her Şey Her Yerde Aynı Anda/ Everything Everywhere All at Once dünyayı kurtarması gerekecek zorlu bir maceraya sürüklenen bir kadının hikayesini konu ediyor. Hikaye, IRS denetimi sırasında, yıkıcı bir varlığın çoklu evreni yok etmesini önlemek için paralel evrendeki versiyonlarıyla bağlantı kurması gerektiğini fark eden Çinli-Amerikalı bir göçmen etrafında dönüyor. Film, gerçeküstü komedi, bilim kurgu, fantezi, dövüş sanatları ve animasyon gibi çeşitli tür unsurlarını sergiliyor. Evelyn, yıllar önce kocasıyla birlikte Çin'den Amerika'ya göç edip yeni bir hayata başlar. Aile hayatı ve işiyle sıradan bir yaşam süren Evelyn, kendisini bir anda dünyayı kurtarması gereken çılgın bir maceranın içinde bulur. Yaşayabileceği alternatif hayatlarla bağlantılı diğer evrenleri keşfeden Evelyn, bu süreçte evreni kurtaracak yegane gücün kendisinde olduğunu öğrenir.
Aslen Malezyalı olup ABD sinemasının 2000’li yıllardan sonra ancak keşfettiği isimlerden olan Michelle Yeoh, baş karakter Evelyn’e ve dahası onun paralel evrendeki yansımalarına o kadar muazzam bir oyunculukla hayat veriyor ki, neredeyse tüm filmin hem senaryo omurgasını hem de aslında görsel hafızasını da sırtlıyor. Çünkü, dünyayı gizemli bir kötücül güçten kurtarmaya çalışan tek bir Evelyn yok hikayede. Evelyn’in kendisi olmayan, farklı hayatlar yaşayan versiyonları, bazı sadece birkaç saniyelik de görünse de, esas kahramanı bir şekilde bütünleyen, onun yaşayamadığı hayalleri yaşayan, Evelyn’e nazaran hepsi bir şeyleri iyi-kötü gerçekleştirmiş olan karakterler.
Kwan ve Scheinert ikilisinin imza attığı senaryo bu noktada o kadar net biçimde kırılıyor ve felsefi açıdan da öyle bir katmanlanıyor ki, hala baş karakter olarak Evelyn’i seyretsek bile artık onun pısırık olarak adlandırdığı kocası Waymond Wang (Ke Huy Quan), ergen ve öfkeli kızı Joy Wang (Stephanie Hsu) ve hatta ilişkisi vergi memuriyetinden birkaç adım öteye geçen Deirdre Beaubeirdre (Jamie Lee Curtis) karakterleri de seyirci gözünde birer başrole oturuyor. Alt metinden elimize, hasar almış (ama yıkılmamış) bir anne-kız ilişkisi ve bu ilişkinin sakatlanmasının aslında evrenler arası kaosa bile neden olabileceği gerçeği kalıyor.
İnsani ilişkilerde aslında her şey karşılıklı konuşmaktan ve karşı tarafı dinlemekten ibaret; ve pek tabii hayatımızda gerçekleştiremediğimiz şeylerin acısını, sorumluluğunu başkasından çıkartmamakta... Peki tamam anladık da varoluşçuluk bunun neresinde dediğinizi duyuyorum.. Asansörde filmin ilk kez absürtleşmeye başladığı noktada kocasının eline tutuşturduğu “Alternatif yaşam yolu” aplikasyon cihazına baktığında ve film boyu yaptığı çoklu evrenler arası “Yaşamsal Sıçramaların”da Evelyn’in bütün hayatının akışının kendi seçimlerinden oluştuğunu görüyoruz.. “Her seçim bir vaz geçimdir”, “Varoluş özden önce gelir” gelir amentülerini olumlayan Jean Paul Sartre burada giriyor devreye.. Şekilsel olarak kreşendo ise; Size https://sonsoz.com.tr/her-sey-bana-yabanci-size/ , https://sonsoz.com.tr/megerse-sisifos-soyleninin-filmi-cekilmis/ https://sonsoz.com.tr/68-kusaginin-felsefi-orgusu-2/ yazılarımda ayrıntılı anlattığım ünlü Sisifos Efsanesinde ki kayanın yokuş yukarı doğru, düşeceğini bile bile, çıkarmaya zorlanmasının saçmalığıyla ana kız Evelyn ve Joy’un diğer evrene simit içerisinden geçmesinin olanaksızlığı birleştirilerek filmin absürt teması tamamlanmış…
Film içinden çok sevdiğim iki absürt laf ile bitireyim: Hiçbir şeyi beceremediğin için her şeye muktedirsin…En çok seven en çok pişman olandır…
Yorum yapabilmek için benim için çok ağır bir tema ve kendimi de çok eksik hissetmekteyim. Benden bu kadar, kusurlar affola. Turgut Dağdelen
YanıtlaSil