İKİNCİ OLMANIN KABULLENİLMEZ EZİKLİĞİ…
HAYATTA İKİNCİ OLMANIN ERDEMİNDEN BAHSEDENLERE ORTAÇAĞDAN VE GENÇLİK YILLARIMDAN BİRKAÇ ÇİFT LAFIM VAR. İKİNCİLİĞİ OLDUM OLASI KABUL ETMEM.
Palio di Siena’ya gittim, yerinde seyrettim...Yılda 2 kez düzenlenen otantik festival. İlki 2 Temmuz’da, ikincisi ise 16 ağustosta yapılıyor. Festival sadece 90 saniye süren bir at yarışı aslında. Atlara eyersiz biniliyor. Yarış öncesinde günlerce eğlenceler ve renkli gösteriler yapılıyor. Özgün tarihi haliyle dönemin kostümleri içerisine canlandırma şeklinde gerçekleştirilen Palio di Siena festivali ortaçağdan beri tam 700 yıldır yapılıyor. Ödülü ufak bir bayrak. Ama bu büyük bir anlamı var. Meryem anaya ithaf edilmiş. Ortaçağın en güzel meydanlarından olan Siena’daki halk sarayının önündeki Piazza del Campo’da meydan, o güne özel kum kaplanarak oynanır. Yarışmanın tek kuralı vardır; O da diğer jokeyin atının gemlerini tutmamaktır. Onun dışında bir gece önceden atı ve jokeyi kaçırabilir, jokey satın alabilir, ya da doping yapabilirsiniz. Makyavelist koşullarda yapılan bu yarışta “Önemli olan yarışı kazanmaktır”. Birinci dışındaki atlar arabaya koşulur…”Her yarışın tek galibi, pek çok mağlubu olduğu gerçeğini, şerefli mağlubiyetin laf-ı güzaf olduğunu” bu meydanda iliklerinize kadar hissedersiniz. Sözüm eline gelmiş “Avrupa’nın kralı olma” şansını tepen Fenerbahçe’nin bulduğunla yetindiği için fazlasına ulaşamayan “avunmayı huy edinmiş” kişilere tabii ki.. Bu savımın sağlamasını da yarım asır önce yazdıklarımdan alıntılarla yapacağım. Okurken KMK’nın 68 kuşağına nasıl sağlam altlık yaptığına şapka çıkaracaksınız.
VAROLUŞUM GÜNLERİME ZAMANDA YOLCULUK
Şimdi sıkı durun sizi mezunu olduğum Kadıköy Maarif Koleji (KMK) 1967 Echo/Yankı yıllığında ki “Düşünceler” başlıklı, 17 yaşımda kaleme aldığım yazıma, satırını değiştirmeden götürüyorum… ”İnsan üzerine bir nen(şey)ler söylemek, deneme çiziktirmenin güç bir iş olduğu söylenir. Bana kalırsa onlardan biri olmak yeter de artar bile. Yılların getireceği değişik düşünce esintileri arasında, yirmili yaşların başlangıcındaki -insanı- görüş açımı saptamış olmak, yarar getirecek bana bu ak kağıt parçasına geçirdiklerim. Kişi henüz her gün yaşamının bir başka parçasını geride bırakarak yaşadığı acun üzerinde ve onun kendini tanımayan yaratıkları hakkında, kendince bilinçli ya da bilinçsiz, birtakım yorumlar yapıyor, yargılara varıyor, usunda en iyi olduğunu varsaydığı yepyeni düzenler kuruyor. Böylece her insanın kendi acunu kendi içinde oluşmuş, düşlerine yerleşmiş oluyor. Ama bu kişice yaratılmış en iyi, en güzel düşünceler ve kuramların birlikte yaşadığımız gerçek acunun gidişini düzeltmede en ufak bir yararı olmuyor. Bunun nedenini ise ayrıcasız, her ademoğlunun iç yapısına işlemiş olan “benlik” tutkusun da aramak gerekir. İşte altı çizilecek savım; Kişi yalnız kendini sever. Camus ne denli “utanılacak nen” derse desin, o kendi başına mutlu olmak yöntemini yeğlemiştir. Onun böylesine bir seçime iten doğanın kendisi olduktan sonra insanı suçlamak anlamsız olur. Öyle ya, uzayda yer kaplayan varlıklardan biri yok olmadan diğeri var olamaz. Bu çok kanıtlanmış doğa kuralının insan konu olunca da geçerliliğini koruduğunu çoğu iyimser görmezden gelir. Bunun böyle olduğunu görenler de yok değildir. Örneğin “İnsanlar hayvanlar gibidirler. Büyükler küçükleri yerler, küçükler büyükleri sokarlar” diyerek insanı bütün hatlarıyla gözler önüne seren bir Voltaire’de çıkmıştır. Yükselebilmek için ayaklar altına alınabilecek bir takım destekler olmalı. Gürültülü kalabalıklar arasında yapayalnız insanın desteği ise bir başka insan olacaktır. Ama diğerinin omuzları çökecekmiş; hiç sanmam ki ayakları üzerinde durmaya çalışan yukardakinin dönüp de çökmekte olan omuzlara bakacak zamanı olsun. İki eylem vardır yapacak. Ya eğilerek el uzatma çabasına girecek ve en azından birlikte düşecekler, ya da son göz tüm ağırlığıyla sıkıca yaylanacaktır. Birinciyi gerçekleyecek insana rastladığını söyleyecek olana, gerçeklere gözlerini yumarak bakmak alışkanlığı edinmiş “toz pembe görücü” adı verilebilir ancak. Böyle birisi çıksa bile yaşama hakkını anında yitirecektir kuşkusuz. Çünkü acun ayakları sağlam basamayanları ulayı alaşağı etmede. Ezilmemek için ezmekte, yok olmamak için yok etmekte olan insanı eserip bezererek gözlere hoş gösterme çabası boş ve anlamsız oluyor. Gözleri açarak, insanlığın kırıcı, hırçın, acımasız yüzünü, gerçek yüzünü düzeye çıkarmalı. Yalnız bu öyle kolay değil, çünkü alt yanı “insanız” hepimiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz okunduktan sonra yayınlanır. Yorumunuzun altına ad ve soyadınızı yazınız, Kimliği belirsiz yorumlar yayınlanmaz.