Yusufcuğun gözünden / Sadık

 

YUSUFCUĞUN GÖZÜNDEN

 

Dün akşam Oktay’ın Macro fotoğraflarına bakıyordum, özellikle Yusufcuk’a, Arı ile Çekirgeyi tanırız da bu Yusufcuk biraz uzak kalır. Nokta nokta, çizgi çizgi taradım resmi. Gövde üstten bakıca son derece teyzinatlı, sağlam görünüşlü bir zırhı var. Kafa, kollar, bacaklar bütün bunlar akıllı hücrelerce kurgulanmış bir plan içinde,  yan yana gelmiş, dizilmişler... Ne yani, her organları, eklemleri yerli yerinde, ayağında gözü, kuyruğunda ağzı çıkmamış, evrensel kanunların hepsiyle uyum içinde olması bir aklı tarif etmez mi ?

Bence, resimdeki Yusufcuk bir yorgun savaşçı, dinleniyor. Asil ve zarif bir havası var. İpek pelerinine sarınmış, altın kaplama zırhı ve başlığı kir pas içinde ve altın renkli zarif kuyruğunda halâ bir parça Prometeus ateşi kalmış, bir Antik çağ savaşçısı...

33 mm büyüklüğüyle, böcekler arasında bir dev, iyi mi?  Bu haliyle son derece zarif ve lerzan hareketlerle boşlukta bir hayli iyi kaçabilir. 

Ama sudaki birkaç aylık larva döneminden sonra su dışında bir kaç aylık bir ömrü var. “Hızlı yaşa, genç öl”, cesedin yakışıklı olsun” misali. İlk çiftleşmesi erkek Yusufcuğun sonu oluyor, karısı kafasını koparıp yiyiyormuş...

İnternette araştırınca çok daha değişik pozlarına rastladım bu canavarların?!



Bir kafa var heriflerde gövdenin en iri şeyi o. Yakından bakınca korkarsın, neyse ki sadece 3, 4 milim, O kadarı da, bizim torunlar hariç, kimseyi korkutamaz. Şimdi işin en  ilginç yanı ise, Yusufcukların kafasının yarısı göz! Binlerce fotocell hücre hem solda, hem sağda, hem de tepede binlerce noktacık, yakomozlar içinde...

    


Her yönden 240, 250 dereceye yakın bir görme açısı ile vahşi ve acımasız dünyalarını kafayı     bulmuş bir otçu gözüyle algılıyor, dalgalı, ama net  diye düşünüyorum...

 

Ansiklopedik bilgiye göre görsel intikal ve “response”süresi de çok çok kısa...

Çevredeki hareketleri adeta yavaşlatılmış görüntüler şeklinde takip edebiliyor, sesleri bütün gövdesiyle hissediyor,  bütün avlarını havada uçarken yakalıyormuş...

 

 Nasıl becermişlerse ayaklarını toplamış, zıpkın gibi uçarken alınmış çok net resimleri var.

Modern dünyada bilgisayar monitörlerinin “response” süreleri  6, 4 hatta 2 mili saniyeye düştü, oyun programlarında bu süre çok, çok önemli, bilen bilir. Başka türlü bizim askerler ( Amerikan yiğitleri)  bir an görünüp kaybolan teröristleri (Müslüman bebeleri) nasıl avlayacaklar? İşte burada her yöne hakim olan Yusufcuk kafaları önemli bir fark yaratır.

 













İşte bizim müttefiklere bu kafalardan (ya da başlıklardan) lazım, beyin yerine omurilikten, yani popodan düşünen ve  sadece “İndireyim mi abi?” diyen bir Yusufcuk kafası...Kendi dünyalarında yaşıyorlar ve bizi de bu pislik dünyanın gerçekliğine, doğruluğuna inandırmaya çalışıyorlar. Şimdi yeni bir Ortadoğu haritasını neye mâl olursa olsun, mülk sahiplerine sormadan, Dünya ekonomik fay hatlarına  göre çizmek, burdaki varlıklarını koruma altına almak...

Yahu, bu Suriye nasıl bir yer ki; II. Dünya harbindeki Normandiya çıkarmasından sonra görülen en büyük Müttefik deniz gücü,  Doğu Akdeniz’e, Suriye sahillerine yığıldı, oradan 1000 km uzaktaki İstanbul Boğazında ise Harp gemilerinden bir filo bayrak gösteriyor, gelip geçen gemilerde başka alem herif bazukayı almış omzuna gösteriyor, 1918  yılı benzeri..

“İşgal mi len bu  “ diye Boğazda memnun mesut yaşayan Yusufcuklar bozulmuşlar, diyorlar ki, “Akedeş bu  IŞİD nasıl bi dalga? Kendileri dee orda, bu gemile burda.”

“Bunla işgal ettiği yerlere kara bayrak çekiyollamış, bankala soyuyolla, petrolleri araklıyor bir rivayete göre bize satıyorlamış ama, aslında bir Suriyeli Rus tüccar aracılığıyla ESED de alış veriş ediyormuş bunladan..”

“Akedeş, bizimkile, tanker kervanlana takılcana, niden petrol kuyuları ve rafineleri vurmuyolar? Vursalar da bu işi kökünden halletseler olma mı? Petrol yok, para yok. Para yoksa, IŞİD de yok. Emme rafineler unların, kuyular unların, kendi mallanı yok ederle mi? ”diye  akıl veriyorlar bize.

“Kim, kimin ve neyin peşinde akedeş bunla? Suriye’deki kadeşlerimiz, yaşam alanları yanıp, yok oldundan, günle, gecele boyu susmayan silah seslerinden ve barut kokulandan fena halden tırsmışla, yurtlarından ayrılıp “imigrant” paspırtıyla AB ye uçarak gitcelemiş. Biri bunla kesin gaz vermiş... Esasen her yerin Yusufcuğu ayri akedeş, herkes otsun otudu yede.”.

”Misal, bizler aslen Egeliyiz akedeş. Deee Dinazolla zamanından beri varız, emme o zaman boyumuz 7 buçuk metremiş, beh, beh, beh.. Bize de Yusuf derlemiş o vakitle, namlı Kuyucaklı Yusuf. Şindi bize Yusufcuk diyollar,  yaşamıyoz, sürünüyoz işte.”

“Bakıyon bi saatte aniden basıyolla zeri şerefsizle, ilaçlama zamanı mış, nefes alınmıyo, ordan hemen kanatlamazssan, ayaklanı havayya diken gari.  Gelmişine geçmişine övgüle düzsen  gari ne fayde....”

“Saa bi şey deyverem mi?

İnsanoğlunun bu bencilliği ve çekişmeleri bitmezse muhtemel  biz bu dünyada  Yusufcuk olarak varolmaya devam edecez de sizler n’olacanız bilmem akedeş..” 

             

Ankara, 26 Dec 2015 18:22:10 +0200

 

 

 

1 yorum:

Yorumunuz okunduktan sonra yayınlanır. Yorumunuzun altına ad ve soyadınızı yazınız, Kimliği belirsiz yorumlar yayınlanmaz.

ÖNE ÇIKAN YAYIN

And They Died / Gün Gencer

  AND THEY DIED (THE ROAD TO GALLIPOLI) (ÇANAKKALE SAVAŞINA GİDEN YOL) A TRAGEDY IN THREE ACTS  (A Docu-drama with music written in memory o...