Fatma Ana Yetimhanesi
Nairobi çok güzel bir şehirdir. Bu kente “Güneş Altındaki Yeşil Kent” derler, fakat bu kelimenin gerçek anlamı Swahili dilinde “Su kenarındaki kenttir” Her mevsimde baharı yasayan bu şehirde hem neredeyse ekvatorda hem de deniz seviyesinin çok üstünde olduğu için hiç bir zaman hava çok soğuk veya çok sıcak olmaz. Yükseklik nedeniyle Nairobi’nin sivrisinekleri çok terbiyelidir, ısırırlar ama sıtma bulaştırmazlar. Tabii bunu garanti etmezler ve her türlü acayip virus ortalıkta dolaşır ve zaman zaman varlıklarını size gösterir. Zambaklar dahil tüm çiçekler, her türlü bitkiler tropik yağmurlardan dolayı dev boyutlara ulaşır. Evlerin duvarları begonvillerle kaplıdır. Her mevsim Jakaranda ağaçlarının oluşturduğu mor tüneller; bahçenizde, çevredeki ormanlarda, parklarda uçuşan renkli kocaman kuşlar; sokaklarda yürüyen kadınların üzerindeki rengarenk giysiler; kırmızı toprak yollar, sizi renkli bir dünyaya iter.
Mısır Büyükelçisinin malikanesi şehrin en zengin bölgelerinden birinde, etrafı yüksek duvarlarla çevrilmiş, bahçedeki ağaçlarla saklanmış, kapıdaki bekçilerle ve birisi yaklaşınca havlamaya başlayan kocaman köpeklerle korunan süslü bir bina idi. Yani diğer böyle nüfuzlu kişilerin ve büyükelçilerin evlerinden farkı yoktu. Büyük bir rastlantı sonucu büyükelçinin eşi Magda Haggag, eşi İngiliz diplomat olan bir akrabamın Viyana’daki gençlik günlerinden çok iyi arkadaşı ve komşusu idi. Magda genellikle Müslüman Kadınlar Derneğinin aylık toplantılarını kendi evinde yapıyordu. Bu toplantıların bazılarına çok ilginç düşünceleri olan, açık görüşlü, yenilikçi Müslüman kadınlarla konuşabildiğim için gitmeyi severdim. Neşeli atmosfer, bu kadınların ilgilendiği konuları duymak, Paris’ten Londra’dan alınan güzel elbiseleri, ipek çarşafları, altın işlemelerle süslü sarileri görmek, çeşitli ülkelerin müziğini dinlemek hoşuma giderdi. Kolalı beyaz gömlekleri ile, beyaz eldivenli garsonlar hiç durmadan, lokma büyüklüğünde mezeler, minik köfteler, dolmalar, börekler ve samosalar ikram ederlerdi. Açık büfelerde çeşitli kremalı pastalar, kurabiyeler, kekler dizilir, her renk şurup ve alkolsüz içecek sunulurdu.
Bu, bütün hafta boyunca kendime bir bardak çay alacak vaktim olmadan koşturarak çalıştığım ve yarım sandviç yemeye vaktim olduğu zaman kendimi şanslı sandığımdan bu benim için büyük bir lükstü.
Toplantı sırasında genellikle fakirlere yardım etmenin yararları hakkında kısa bir konuşmadan sonra para toplanırdı. Çoğunlukla bu paralar Müslüman bir kadın olan Fatma Annenin Yetimhanesindeki çocuklara yiyecek ve ayakkabı satın almak veya okul yaşındaki çocukların okula kayıt masraflarını karşılamak için kullanılırdı. En son toplanan yardımlar okula bir ilave oda inşasında kullanılmıştı. Dernek üyeleri bu odayı, yetimhanenin gereksinimlerini belirlemek için oraya bir gezi düzenlemeye karar verdiler. Yetimhanenin bulunduğu Mathare vadisine yalnız gitmeme imkan olmadığı için ben de gruba katılmaya karar verdim.
Lüks Utali otelinin lobisinde buluşup önce bir öğle yemeği yedik. Yemek çiçeklerle donatılmış bir terasta yeniliyordu. Terastan aşağıdaki manzaraya bakıldığında Mathare vadisi uzaktan siyah bir nokta olarak görünüyordu. Burası dünyadaki en kötü gecekondu alanlarından birisidir. Otobüse otelin süslü, bahçesinde binip vadiye inerken alternatif bir gerçeğe daldık. 10 dakika içinde sanki başka bir yüzyıla geri dönmüş gibi olduk.
Vadi karanlık, kirli ve korkutucu idi. Acayip sesler ve mide bulandırıcı kokular ortamı daha da korkunç hale getiriyordu. Bu sanki Dante'nin cehenneminden bir sahne idi. Burası binlerce insanın, insanlara yaraşmayan koşullar içinde varlıklarını sürdürdükleri bir yer. Yetimhane denilen yer ise sadece biraz büyükçe bir gecekondu .
Bütün lüksü teneke, tahta parçaları ve plastik torbalar yerine beton bloklardan yapılmış olması. Hatta bir yanında içinde duş ve tuvalet kulübesi olan sözde bir avlusu bile var. Çocukların uyuduğu yer çirkin, eski püskü, paslı, birbirine benzemeyen ranzalar dolu. Bir kenarda elektrik olmadığı için kullanılmayan, eski püskü bir buzdolabı duruyordu.
İkinci oda sanki bağışlanan mısır unu, tuz, şeker gibi malzemeleri depo etmek için kullanılıyor. Burada genç bir kadın kirli bir deftere getirdiğimiz yiyeceklerin listesini yapıyor. Yandaki odada şişman, yaşlı bir kadın başörtüsünün ucuyla yüzüne konan sineklerden kurtulmaya çalışırken bağışlanan eşyaları gözden geçiriyor ve bazılarını görünce beğenmiş gibi başını sallayıp onaylıyor. Bizim yüzümüze bakmıyor bile. Bu kadın, yetimhaneyi, çevresindeki annesi babası olmayan, sahipsiz çocukları barındırmak için açmış olan ünlü Fatma Anne. Ancak bunca yıldan sonra bağışlara mı yoksa çocuklara mı ilgi duyduğunu anlamak zor.
Yetimhanede 40 günlük ile 12 yaş arasında 90 çocuk varmış. Sayıları da her gün artıyormuş. Her yerde, avluda, odalarda, sokağa benzeyen alanlarda çocuklarla dolu. Bazıları bizimle ilgilendi, bazıları başını bile çevirmedi. Bana sorarsanız hepsi güzeldi fakat kirli, bakımsız ve sıskaydılar. Bu küçücük alana bunca çocuk nasıl sığar. Nerede yatarlar, nerede yemek yerler, oynarlar? Herhalde 3-4 tanesi aynı yatağı paylaşıyor olmalıydı. Orada çalıştığını tahmin ettiğim bir başka Kadın da en büyük başarılarının çocukları 3 öğün beslemek olduğunu söyledi. Sevgiden geçtim, kimse bu çocuklara dikkat etmiyor, bir şey öğretmiyor, kitap okumuyor. Burada çalışanların zoru ile büyük çocuklar küçüklere bakıyor tabii bazen de dövüyor ve eziyet ediyorlar. Çalışanların görevi en küçük bebekleri yedirip, yemek yapmak ve büyük kavgaları önlemek. Dolayısıyla bu yetimhane yemek ve yatacak bir yer vererek bu çocukların hayatını kurtarmış oluyordu.
Personele, götürdüğümüz geri-döndürülmüş giyecekler ile birlikte yiyecekler teslim ettik. Oyuncakları bizim dağıtmamıza izin verdiler. Yeterince oyuncak getirmediğimiz belli oldu hemen. Çocuklar “bana, bana” diye etrafımızda dönüyorlar. Bir köşede 6 yaşlarında minik bir kız boynu bükük bize bakıyor ama hiç yaklaşmıyor. Üzerinde gülen bir mini fare resmi olan delikli bir kırmız tişört var. Saçlarının uçları sarımsı. İsmini sordum. Çok ufak bir sesle “Hatice” dedi. Kim bilir bu ismi ona kim verdi, annesi babası neredeler? Bebeği ona verince yüzünü mutlu bir gülümseme aldı. Tam onu güldürdüğüm için mutlu olacakken daha büyük bir kız gelip elinden bebeği kaptı ve yok oldu. Hatice’nin mutluluğu bir dakika bile sürmedi. Kendimi beceriksiz, ümitsiz hissedip insanlığımdan utandım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz okunduktan sonra yayınlanır. Yorumunuzun altına ad ve soyadınızı yazınız, Kimliği belirsiz yorumlar yayınlanmaz.