EYMİRLİ YUSUFCUK
Eymir’[1]de gölün kenarındaki sazlıkların ordayız, hava limonata gibi. Sudan dışarı uzanmış sazlara tutunmuş iki yusufçuk kendi aralarında konuşmaya başladılar, kulaklarıma inanamadım, “Ulen ben bunları anlıyom ya.. Vay canına, King Solomon misali; hani şu hem kral olup hem de peygamberlik verilen Solomon, O da hayvanlarla konuştuğu ve onlara emrettiği Tevrat’ta yazıyormuş.. Şimdi bana n’oldu da bu sineklerin konuşmalarını anlar oldum, bilmiyorum hakim bey”.
Tabii bunların kendi aralarında konuşmaları normaldir. Yusufçuk, yusufçukla konuşuyor, Yusuf‘la değil ki… Burası gayet açık. Anlayamadığım şey ben bunları nasıl anlayabiliyorum.
Olay Yeri; Eymir, Gölevi önü sazlıklar, sabah saat 10. Kayda böyle geçtiler.
“Yav, bu bizim enişte Esed (dikkatinizi çekiyorum Esad demiyor, Halbuki ilk 10 yıl hep beraber eniştemiz Esad idi) var ya..”
“N’olacak, bırakın beni de “şu Türkiye’nin haddini bildireyim” deyip, hamle etmiş, etrafındaki tayfa zor zapt etmiş.”, Bunun üzerine Türkiye’de Nato'yu bırakıp Vahabi Araplarla anlaşmaya girip, onların Amerikan malı uçaklarını İncirlik’e getirtmişler. Hadi bakalım, sıkıyorsa gelin kabilinden. Tabii enişte yememiş.”
“Ne diyon oglım sen. Kim kimi yememiş? Ben yerim o her neyse”
“Pardon siz nerelisiniz?” Bu soruya öbürü alındı. “N’oluyo halo? Derdin ne og’lim? Sen biye mi dirsen?.” Bizimkine kafayı oturttu, oturtacak.
Araya ben girdim, yatıştırmaya çalıştım, ilk konuşan Eymir’in yerlisi belli, diğeri yabancı, meğer Suriye göçmeniymiş. Halepden mi ne, gelmişmiş.
“Bizim askerlerin tankına kaçak binmişler çoluk çocuk. Hani angajman kurallarına göre Oradan bizim tarafa havan mı düştü? Bizimkiler bastırıp Halep’e girip misliyle top atıyorlar ya tabii dönüşte, yayan yapıldak göçmen yusufcuklar, sivrisinekler, kara sinekler vs. bu araçlara kaçak binerler, buraya gelirlermiş. Bizim haberimiz olmazmış birader. Aslında son haberler bunlarda.” dedi bizim Eymirli, hakim bey”.
“Ee ne var son günlerde? Neler öğrendin Suriye’den gelen kaçaklardan?” diye sordum.
“Abi aslında var ya, Rusya başına gelen hadiseden sonra bize attığı postadan son derece pişmanmış. Tabii, Potin ve Meddov hariç. Ama nasıl dönebileceğini bilemiyorlarmış. Rus turistler bizim sahilleri özlemişler, Kemer’de diskolarda ki köpük partilerini falan. Sonra Kemer, Finike portakallarını da öyle. En çokta Laleli esnafını.”
“Başka? Potin den n’aber?” dedim.
“Bu Potin var ya, İran Mollasına demiş ki, ben bu dünyada 3 şeyden korkarım demiş.” Ben atıldım. “Mayasıl, mayasıl, mayasıl mı?”
“Türkler, Türkler, Çılgın Türkler, demiş.” İçimden “Amma da yola sokmuşuz bunları, hey yavrum hey, Katerinalar, Deli Petrovlar vs.. Oğlum senin deliliğin bize sökmez.” diye geçirdim.
“Baksana demiş, adamlar aynı anda, PKK, PYD, İŞİD, ESED, GREK, BAR, US, EL AL, IRAQ, IRAN, FSK, CIA, MOSSAD en sonunda bizle de kapıştılar. Bu arada kendi yavru vatanlarıyla da kavgalılar, asrın projesiyle taşıdıkları suyu orda şan olsun diye denize döküyorlar. Bol tabii, başlarına bile sürerler. Ulusun başında bir lider var, ondan uykularım kaçıyor, ülkenin % 60, 70’i, ona tapıyor. Bu güç bende olacak, Allah seni inandırsın, Çin’e de Amerika’ya da basarım fırçayı.” diyormuş. Anlatıyor da anlatıyor Yusufçuk. Dinlerken, dinlerken tam burada, birden ayağım kaydı, suya kapaklanmışım, az daha boğuluyordum, hakim bey.
Ben bunları daha yakından dinleyeceğim diye göle hafiften girmiştim zaten, kahretsin dibinin çamur ve batak olduğunu unutmuşum, ama göl hatırlattı. Berbat bir vaziyette çırpınıyorum. İşletmeci alçağı da seyrediyor, bir de işletmeciyle kapıştım, küfür müfür.. Küfürlerden sadece birini ben söyledim, baktım diğerlerini Yusufcuk saydırdı... Jandarma geldi, sudan çıkarıp önce Karakola getirdi. Olayı sordular, ben de anlattım. “Küfürü ben değil Yusufcuk saydı” dedim. Tutanak tuttular, sonra hastaneye, akıl sağlığım yerinde mi diye. Her şey normal, ok. Şimdi burada huzurunuzdayım. Anlamıyorum, insan Yusufçuklarla konuşamaz mı? Bu suç mu, hakim bey?
“Kes sesini de dinle.” Beni baştan ayağa süzdü. Üstüm başım hep kurumuş çamur, ayağımda değiştiremediğim çamurlu çizmeler. “Normal bir görünüşün var, sanki fosseptik çukuru kazmaya giden amele gibisin, aklın başında olduğu doktor raporuyla da sabit. Mahkemeye ve bizlere hürmetkârsın” dedi. Sakin ve alçak bir sesle:
“Burayı yazma kızım. Bak evladım, aklını başına al, sen deli misin? Böcekler konuşuyorsa konuşuyordur. Sen ne aralarına giriyorsun?” dedi ve birden yüksek sesle patladı:
“Onların kendi meseleleri. Sana ne be adam! Ardından Kahveciye küfretmişsin! Adam şikâyetçi.. Hakaret ve küfür suçtur, ama O da, sen orda kurtulmaya çalışırken seyirci kaldığı için bunu hak etmiş. Ortada tanık yok, kanıt yok! Konuştu dediğin böcek ortada yok firar etmiş, şimdi bir böceğin peşine düşsek, dünyaya rezil olup senin durumuna düşeceğiz, kendime heyetten rapor aldırmam lazım. Yemin ederim, saçma davalar tarihine geçeriz Duydun mu efendi, Allah'ın delisi!”
“Seni şimdi bırakıyorum ama bir daha karşıma çıkma, yakarım! Hele böcek, möcek diye gelirsen, akıllı raporuna bakmam tımarhaneye tıktırırım! Anladın mı?” dedi ve sustu.Boğazını temizledi, “Yaz kızım.. Karar; şikâyetle ilgili delil yetersizliğinden suçun tespit edilemediğine...”
Sadık Ankara, Bağlıca 17 Şubat 2016
[1] Eymir, Ankara’nın güneyinde Orta Doğu Teknik Üniversitesi arazisi içinde kalan ince uzun bir göl, dipten Mogan gölüne bağlı olduğu etütlerde tesbit edilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz okunduktan sonra yayınlanır. Yorumunuzun altına ad ve soyadınızı yazınız, Kimliği belirsiz yorumlar yayınlanmaz.