Bu makaleyi yazmak için bana ilham ve enerji veren sevgili sınıf arkadaşım Orol Ataman’a,
Eleştirileriyle katkıda bulunan ve görsel malzeme sağlayan sevgili Çiğdem Gökhan ve Fahriye Sancar’a,
Makalenin ilk versiyonunu okuduktan sonra değerli belgeler göndererek katkı yapan sevgili Handan San’a ve
TRAKLAR seminerini düzenleyerek bombanın fitilini ateşleyen ODTÜ Arkeoloji Klübü’ne teşekkürlerimle...
Özet
Son zamanlarda artan bir tempo ile yayımlanan bilimsel makaleler okuyoruz.
Bu makalelerin ortak amacı, Kürtlerin, Ermenilerin, çeşitli Balkan halklarının,
Vikinglerin, Kızılderililerin ve akla gelebilecek diğer unsurların TÜRK kökeninden
geldiklerini kanıtlamaya çalışmaktan ibaret gibi görünüyor... Elinizde tuttuğunuz
(pardon) ekranınızda gördüğünüz bu makalenin amacı, 7 milyar nüfuslu dünyamızda
Araplar ve Yahudiler dışındaki bütün halkların TÜRK kökenli olduğunu bilimsel
açıdan kanıtlamak ve bu tartışmaya son noktayı koymaktır... Hayırlısı neyse o olsundur.
Ahmet Sönmez * Aralık 2013 * version 7
Kayıp MU Kıtası’nın Peşinde...
TARAKLAR bir Türk Kavimi miydi?
Giriş ve Peşrev...
Kayıp MU Kıtası, bilindiği veya bilinmediği gibi, Pasifik Okyanusu’nun tam ortasında, kadastronun Pafta 4, Ada 1 ve Parsel 1 numaraları ile, “ada parseli” olarak kayıtlıdır. MU Kıtası, milattan önce 3 bin yıllarında TARAKLAR olarak bilinen TÜRK kavimi yönetiminde, bir “ada devleti” olarak Birleşmiş Milletler Teşkilatı’na kaydolmuş ve milattan önce 2 bin yıllarının başında, yani tam da BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi olarak seçilmek üzereyken, MU Kıtası’nın okyanusa batması sonucunda, bu güzel siyasi proje suya düşmüştür.
Bilimsel ve ziyadesiyle filimsel araştırmamıza konu olan esas unsur, TARAKLAR’ın Kayıp MU Kıtası ile ilişkilerini irdelemek ve TARAK Kavimi’nin hiç kuşku duyulmayacak şekilde TÜRK kökenli olduğunu dosta, düşmana kanıtlamaktır.
Neden “TARAKLAR” ?
Kayıp veya batık MU Kıtası’nın yerli halkına “TARAK” adı verilmiş olmasının nedenini, ünlü tarihçi Herodot bilmiyor olsa da, günümüz Türkiye’sinde bizler artık biliyoruz netekim.
Dil bilimi açısından “MU”, güzel Türkçemizde “kıl, tüy” olarak kullanılır. “Get lan, bu da nereden çıktı?” diye nazikçe soracağını tahmin ettiğim sayın okuyucularıma, gazetelerdeki çapraz bulmacaları çözmelerini ve etimolojik gerçeği idrak etmelerini öneririm. (Walla ben hep çözüyorum ve bulmacalarda karşıma hep, KIL / TÜY = MU olarak çıkıyor). Denemesi bedavadır. Buyurun değerli okuyucularım, sizler de deneyin, göreceksiniz...
Yukarıdaki bilimsel açıklamalarla yetinmek istemeyen okuyucularıma, Tarak kökenli bir ailenin 135. göbekten torunu, ünlü Türk sanatçısı Tarkan (orj: tarak.han) tarafından seslendirilen “KIL Oldum Abi” parçasını incelemelerini önermekten başka çare kalmamış oluyor . http://www.youtube.com/watch?v=pB-gSNevlnk
Tarihi belgeler incelendiğinde, MU Kıtası’nın yerli ahalisinin bol kıllı ve tüylü olduklarını anlamış oluyoruz. Temizliğe ve gündelik kişisel bakıma önem veren bu kavimin, yaklaşık bin yıl boyunca, önceleri şimşir, ilerleyen yüzyıllarda ise ucuz plastik tarak kullanma alışkanlığı edinmiş olması, bu yerli halka TARAKLAR denmesinin en önemli nedenidir. Tarak sözcüğü halk dilinde kullanıla kullanıla “TÜRK” haline dönüşmüş olup, çoğulu “Etrak” tır.
Tarak ve topaç imalatında kullanıldığı bilinen şimşir ağacı ise, Türklerin ünlü NARDUGAN Bayramı sırasında süslenen ve Türk kökenli olduğunu artık kesinlikle saptamış olduğumuz Tarak Kavimi’nin, kutlamalarda sembol olarak kullandığı ağaçtır.
Welakin, burada bilimsel açıdan yaman bir çelişki olduğu da kesinlikle gözden uzak tutulmamalıdır; Haritaya bakılacak olursa, sabık ve sakıt (pardon) kayıp ve batık MU Kıtası’nın yarısının kuzey yarıküresinde, diğer yarısının ise güney yarıküresinde bulunduğu görülecektir. Bu talihsiz jeopolitik durumun doğal sonucu olarak, yerli TARAK ahalisinin kuzeyde ikamet eden bölümü, 23 Aralık tarihinde gündüzün geceyi yenmesi şerefine ağaç filan süsleyip kutlama yaparken, aynı kardeş ahalinin güneyde ikamet eden bölümü, yine aynı 23 Aralık tarihinde gecenin gündüzü yenmesi nedeniyle matem tutmaktadır. Binaenaleyh, kıtanın kuzeyinde Nardugan Bayramı yaşanırken, güneyde Bozdugan Matemi olması nedeniyle gelişen ayrılık psikolojisi, yüzyıllar boyunca çözüme kavuşturulamamıştır.
Zamanın MU başbakanlarından MUrtaza Bek’in, (Bey değil Bek,) bu coğrafi çelişkiye siyasi çözüm bulmak iddiası ile önerdiği, ekvator boyunca uzanacak biçimde projelendirdiği ve “Kanal MU” ismiyle propagandasını yaptığı kanal çabaları da zaman içinde boşa gitmiştir.
(yazarın notu: Başbakan Sayın MUrtaza Bek de, MU Kıtası ölçeğinde düzenlenen futbol MUsabakalarında, Öztarakspor kadrosunda ve geri ikilide “bek” olarak forma giyerdi.
Hey gidi günler... Günlerden bir gün, deniz tarafındaki kaleden gazhane tarafındaki kaleye bir penaltı çekmişti de, top taca çıkmıştı... MU Kıtası, çok sayıda ünlü futbolcu yetiştirmesi ile ünlüdür. Örneğin Muslera (orj: mu.siler.ağa) yani Galatasaray’ın Uruguay vatandaşı kalecisi, batık kıtadan Güney-Doğu yönünde tüyen bir Tarak ailesinin 136. göbekten torunu olup, kesinlikle Türk kökenlidir. Direkt olarak Türk Milli Takımı’na girebilir).
TARAK Kavimi, yaklaşık bin yıl süreyle MU Kıtası’nı yönetmiş ve önce ekonominin ve ahlakın, sonra da bu rezaletlere paralel olarak bizatihi MU Kıtası’nın batması sonucunda,
Dünya tarihindeki şerefli yerini almıştır. Fekaaat bilimsel araştırmalarımız elbette burada bitmemektedir... (ara müziği...)
MU Kıtası’nın Parlak Yılları ...
MU Kıtası, ÖnTürk asıllı TARAK hükümdarları yönetiminde sayısız başarılara imza atmış ve keşifler ve icatlar yoluyla tüm dünyaya yayılan medeniyetin genel distribütörlüğünü yaparak “anavatan” niteliğindeki Türk kıtası olma ünvanını kazanmıştır... Örnekler verelim;
Örneğin traktör (orj: tarrak.turk) TARAK bilim adamları tarafından geliştirilmiş bir tarım aracıdır. MU Kıtası’nın başlıca tarım ürünlerinden MUz, traktörün icadını izleyen yıllarda rekolte olarak tavan yapmış ve “Çikita MUz” etiketiyle, dünyadaki diğer Türk devletlerine başarıyla ihraç edilmiştir. PaMUk ürününün artış göstermesi de, keza traktörün başarısıdır.
Diğer bir örnek, Cilalı Taş devrinde, trikotaj (orj: tarrak.taş) ve her türlü dokuma konusunda yaşanan teknolojik gelişmelerdir. MUz elyafından ve paMUk ürününden yararlanılarak dokunan değerli kumaşlar ve halılar, öncelikle Hindistan olarak bilinen ülkeye ihraç edilmiştir. Kendisi de bizatihi bir Türk devleti olan Hindistan’ın bu kumaşları çok kısa sürede tüketmesi nedeniyle, < made in MU > markalı kumaşların piyasada bulunması zorlaştığında krizler yaşanmış ve sonuç olarak “bulunmaz Hint kumaşı” efsanesi doğmuştur.
Kardeş Hindistan’ın nasıl olup da bir Türk/Tarak devleti olduğunu merak eden okuyucular, Raj Kapoor kardeşimizin ünlü “Avare” filminde yer alan “Awara MU” parçasını dinleyerek hidayete erebilirler. http://www.youtube.com/watch?v=w-Si4e8YJ-Y
(yazarın notu: Yani şimdi burada dost ve kardeş Hindistan, orijin olarak MU Kıtası imalatı, < made in MU > kumaşlarını dünyaya reexport ederken sanki Hint kumaşıymış gibi marka değiştirerek çok ayıp etmiş oluyor... Nazikçe YUH çekiyorum.)
Kayıp Kıta MU atölyelerinde dokunmuş
olduğu bilinen en eski halının onarılmış hali.
Yine MU Kıtası ürünü olan Terakota (orj: tarrak.otu) imalatı da dünyamızda yakından bilinir. Örneğin, MU Kıtası küçük sanayi bölgesi atölyelerinde, Tarak/Türk asıllı Çin İmparatoru Qin Shi Huang’ın anıt mezarını korumak amacıyla “Terakota Asker Heykelleri” yapılmış ve MU limanlarından kalkan kargo gemileriyle, konteynerler içinde Çin’e ihraç edilmiştir. Uzun yıllar sonra bir mağarada keşfedilen “terakota yakın koruma birliği” nin personel sayısı, 8 bin asker, 520 at, 130 savaş arabası ve 150 süvari atı olmak üzere, orta halli bir Türk tugayının sayısından epeyce fazladır.
MU Kıtası’nda başlayan pişirilmiş toprak mamulleri imalatı <made in MU> markası taşır. Bu mamuller, bir “Türk gölü” olan Akdeniz (White Sea) bölgesine ihraç edildiğinde, Türk kökenli nüfusa sahip bazı hain İtalyan şehir devletleri tarafından da çok beğenilmiş ve markası değiştirilerek “terracotta” adıyla dünya piyasalarına sürülmüştür... İyi mi?
Bütün bunlar da yetmezmiş gibi, MU Kıtası fabrikalarında ve atölyelerinde imal edilen ihraç ürünlerine etiket olarak yapıştırılan <TM> , yani “Türk Malı” ifadeleri, Türk anavatanına ihanet içinde oldukları kanıtlanan bazı uluslararası odakların girişimleriyle baltalanmıştır. <TM> , yani “Türk Malı” ifadesinin anlamı değiştirilmiş, ve ürünlerin üzerindeki etiketler; <TM> = “Trade Mark” olarak dünya piyasalarına lanse edilmiştir.
(yazarın notu: Kısacası, bu örnekte de görüldüğü gibi, MU Kıtası’nın TARAK kökenli sanayi erbabı, ticari açıdan dünya çapında bir kazık daha yemiş oluyor. Bu hazin durumu haber alan MU Hazine ve Ticaret Bakanı’nın, “eyvah, galiba bu kez tarağı (pardon) terakotayı yedik, batıyoruz” dediği, kayıtlarda mevcuttur. Kıtanın en önemli sivil toplum örgütü olan MUsiad’ın yaklaşık 3 bin 900 yıl önceki arşiv kayıtları, ilerleyen yüzyıllar içinde - for some reason- ıslandığı için, belgelerin fotokopilerini maalesef veremiyoruz.)
MU Kıtası’nda, sanayi ve ticaret alanlarında büyük başarılara imza atan TARAKLAR’ın marifetleri, saymakla bitmez. (Neyle biter? Ben bilemiyorum...) Netekim, MU Kıtası’nın milli içkisi olan “Tarax” (orj: tara.x), kıtalararası bir şöhrete sahiptir. Bu içki, dünyanın çeşitli ülkelerindeki ayyaşlar tarafından Tarak, Arak, Rakı, Uzo, Mastika, Perno gibi anasonlu isimler altında tüketilmektedir.
Benzer şekilde, gıda sanayii sektöründe çok büyük şöhret yapan “Tarama” (orj: tarak.mu), anavatan MU aşçılarının icadı olup, vazgeçilmesi zor bir “Tarax mezesi” olarak bilinir.
MU Kıtası’nın Batışı ve MUh’un Gemisi
Milattan önce 3 bin ila 2 bin yılları arasında yaşadığı bilinen TARAKLAR, yolsuzluk, dolandırıcılık, hayali ihracat, rant amaçlı imar planlaması, rüşvet gibi olumsuzlukların büyük artış göstermesi nedeniyle ahlaki çöküş dönemine girmiştir. Ahlaki çöküş sürecine paralel olarak yaşananlar, MU ekonomisini de batma noktasına sürüklemiştir. Bu kadar rezalete dayanamayan yaşlı anavatan MU Kıtası, Pasifik Okyanusu’nun tam ortasındaki jeopolitik statüsünden istifa ederek batma kararı almıştır. (fon müziğinde, denizaltının batışa geçerken çıkarttığı “glu glu glu” sesleri eşliğinde Cenaze Marşı...)
Kıta batıyor... Batış sürecinin bilimsel ve tektonik olarak kesinlik kazanmasını takip eden endişeli bekleyiş yıllarında, MU Kıtası’nın yaklaşık 50 milyon civarındaki TARAK nüfusu bir an önce kaçıp kurtulmanın yollarını ararken, hali vakti yerinde olan uyanık vatandaşlar buldukları ilk vasıtayla anavatan topraklarından tüymüşlerdir.
Kıtanın batış tarihinde MU hükümdarı olan MUammer Bek’in, kendisini bekleyen saltanat kayığına binmek amacıyla sarayından çıktığında, neredeyse dizkapağı seviyesine kadar su içinde yürümek zorunda kaldığını, Hammer Tarihi hazin bir not olarak ifade etmektedir.
Öte yandan, hükümdarın gelmesini bekleyen 28 çift kürekli saltanat kayığının kadrolu ince saz heyeti ve yine kadrolu koro olarak fazla mesai yapan kürekçiler, gözyaşları içinde bir şarkı söylemektedirler... Ünlü Türk orkestra şefi Herbert Von Tarrakyan tarafından, tarraki makamında bestelenmiş olan bu şarkı; “Muntazır Teşrifine eee Haaa Aaaa zır Kayık” ismiyle Opus numarasına sahiptir. TRT Kayık Stüdyosu’nda kayda alınan bu hüzünlü parça, verdiğimiz link adresinden izlenebilir. http://www.youtube.com/watch?v=sVCioDeCIaM
Batış Nedeniyle Zorunlu Göç - Bir Nevi Doğal Tehcir-
Kuzey-Batı yönünde Asya, Güney-Batı yönünde Avustralya, Kuzey-Doğu yönünde Kuzey Amerika ve Güney-Doğu yönünde Güney Amerika adını alacak olan çeşitli kıtalara dağılan TARAK Türkleri, gittikleri bu topraklarda medeniyetin çırasını yakmış ve bu toprakların her birini, gelişmekte olan birer Türk vatanı haline dönüştürmüştür.
Batı rotasını kullanarak kaçarken Hindistan’ı ve Sri-Lanka’yı ıska geçen talihsiz MU gemilerinin, ilerleyen yüzyıllarda Afrika olarak isimlendirilecek olan kıtaya toslamaları kaçınılmaz olmuştur. Ekvatora paralel olarak izlenen bu rotada, firari TARAK halkı uzun süreler güneş altında kalarak esmerleşmiştir. Bu esmerleşmenin genetik bir özellik haline dönüşmesi sonucunda dünyamız, siyah tenli ÖnTürk insanlarını kazanmıştır.
Netekim, günümüzde ABD Başkanı olarak tanıdığımız Barack Obama (orj: tarak.oba.mu), yaklaşık 4 bin yıl önce Afrika’ya zorunlu göç -tehcir- yaşayan firari bir Tarak ailesinin 127. göbekten torunudur. Yakın zamanda müteveffa olan Nelson Mandela (orj: mu.delo.ağa), aynı rotada firar eden bir diğer ÖnTürk ailesinin 122. göbekten torunu olmaktadır.
MU Kıtası’ndan Güney yönünde kaçmaya çalışan TARAKLAR ise, mevsim nedeniyle kar ve buz engeline takılmış olmalarına rağmen Güney Kutup noktasına kadar ulaşabilmişler ve Kutsal Öküz simgeli MU bayrağını tam kutup noktasına dikebilmişlerdir... Böylelikle, Antarktika (orj: ön.tarak.toka) olarak bilinen bu toprakların (pardon) buzların ve bu yörede sayıca az da olsa yaşayanların TÜRK olarak kabul edilmelerinin arkasında yatan bilimsel gerçekliğin, zor da olsa anlaşılabildiği kanısına varabiliyoruz. Kuzey Kutup bölgesi sakinleri olan Eskimo (orj: eski.mu) kavimini, (for obvious reasons) tartışma dışı bırakıyorum.
Sonraki yıllarda peygamber olarak anılacak olan MUh isimli MUhterem, hayırsever bir Tarak vatandaşı, batış sürecine girmiş olan kıtadan sadece insanların değil, hayvanların da kurtarılması gerektiği inancı ile, sosyal medyada geniş bir kampanya başlatmış ve toplanan paralarla büyük bir gemi inşaatına girişmiştir.
Yıllar süren gemi inşaatı bittiğinde, MUh liderliğindeki hayvansever dernek ve vakıflar, hiç vakit kaybetmeden çalışmaya başlamışlar ve kıtada yaşayan hayvanların hepsinden birer çift getirerek gemiye bindirmişlerdir. (yazarın notu: keşke sivrisinekleri unutsalardı... heyhaat).
Tarak alfabesine benzeyen Latin alfabesiyle yazılmış gavur kitaplarında “Noah’s Ark” olarak adlandırılan geminin orijinal Türkçe adı; “MUh’s.Tarak” şeklindedir.
...TUFAN geldi gelecek...!
MUh’un Gemisi’nin okyanusta dev dalgalarla ve tufan şeklinde yağan yağmurla mücadele ederek ulaşmış olduğu kara parçası, günümüzde California ismiyle bilinen bölgedir. Her hayvan cinsinden birer çift olmak üzere gemiye bindirilmiş olan hayvanlar, ilerleyen yıllarda “californication” yöntemi ile çoğalmışlar ve dünyanın çok çeşitli yörelerine dağılmışlardır.

Çiftler halinde MUh’un Gemisi’ne alınarak kurtarılan hayvanlara örnek vermek gerekirse, Tarantula (orj: tarak.tül.ağa), mübarek örümcek sıfatıyla bilinmekte ve dünya çapında ünlü Türk dizilerinin korku sahnelerinde başarıyla figüranlık yapmaktadır... Keza, kurtarılan hayvanlar arasında özellikle Öküz niteliği taşıyanların torunları da, günümüz dünyasının çeşitli parlamentolarında istikrarlı bir biçimde boy göstermektedirler.
Kurtarılan hayvan çiftlerinden bir diğeri, zorlu koşullar altında Kuzey rotasında yürümüş, Bering Boğazı üzerinden Asya Kıtası’na geçmiş, Arabistan Yarımadası’na ulaşmış ve burada çoğalmıştır. Domuz (orj: dea.mu.s) adını taşıyan bu hayvan türünün, neden yasak ve mekruh olduğuna dair bilimsel malumat henüz elimizde bulunmadığı için bu konuyu es geçiyoruz.
MU Kıtası’nın okyanusa batmasından fiziki olarak etkilenmeyen değerli hayvanların başında Torik (orj: tarr.uk) balığı gelmektedir. Bu balık kardeşimiz, MU Kıtası’nın batmasından manevi olarak çok etkilenmiş ve moral bozukluğu nedeniyle kendini gurbet yollarına atmıştır.
Dünyamız denizlerinde, Pasifik, Atlantik, Cebelütarık (orj: cüppeli.tarak), White Sea filan derken, kendini Ege ve Marmara sularında bulan bu Türk kökenli değerli balık kardeşimiz, ilerleyen yüzyıllar içinde “lakerda” endüstrisinin doğmasına öncülük etmiş ve dünyanın en önemli üç Türk mutfağı (Çin-Türk Mutfağı, Fransız-Türk Mutfağı ve Osmanlı-Türk Mutfağı) için vazgeçilmez bir Tarax/Rakı mezesi olmuştur.
(yazarın notu: Tarr.uk balığının adı, İstanbul Türkçesi’nde incelmiş, fonetik zarafet kazanarak Torik haline dönüşmüştür... Benim adım tosun, afiyetosun... Yersen.)
MUh’un Gemisi olarak bilinen tekne, dünyada mevcut Türk devletlerinin topraklarında, dağlarda, tepelerde, deniz diplerinde aranıp taranmakta ve bu arama faaliyetleri, heyecanlı magazin haberlerine konu olmaya devam etmektedir. Son yıllar içinde Marmaray kazıları sırasında iskeleti bulunan büyük bir teknenin, “ulan acaba MUh’un Gemisini mi bulduk?” sorusunu gündeme getirerek yaratmış olduğu büyük heyecan, zaman içinde yerini hayal kırıklığına bırakmıştır.
Bu hayal kırıklığının nedeni; kazı sırasında bulunan batık teknenin yaklaşık 2 bin yıl önce Avrupa’ya kaçak göçmen taşımak amacıyla kullanıldığının anlaşılmış olmasıdır. Geminin kaptanı hakkında başlatılan savcılık soruşturması ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Dairesi tarafından gözaltına alınan olağan şüpheli kaptanların sorgu işlemleri halen devam etmektedir. Bu hadise, magazin basınımızda “Batan Geminin Malları” adı ile bilinir ve zaman içinde ortaya çıkartılmaya devam eden kriminal bulguları açıklayan haber programları, sayın halkımız tarafından adeta birer dizi film gibi ilgiyle izlenir.
Türk Kökenli Nüfusa Sahip Ülkeler
Halkların etnik kökenlerini belirlemekte kullanılan bilimsel yöntemlerin başında, anadil özellikleri ve alfabeler arasındaki benzerliklerin araştırılması yöntemi gelmektedir. Bu amaca yönelik olarak, günümüzde de kullanılan MU kökenli TARAK /Türk alfabesi (F Klavye) ile çağdaş Latin alfabesi olarak bilinen (Q Klavye) arasında basit bir karşılaştırma yapılması durumunda ortaya çıkan sonuç; Indo-European kökenli diller kullanan İtalya, Fransa, Almanya, İngiltere, İspanya gibi çağdaş ülkeler halklarının, hepsinin esasen Türk veya ÖnTürk kökenli olduğunu açıkça kanıtlamaktadır:
Görüleceği gibi, her iki alfabe arasındaki benzerlik şaşırtıcıdır. Bu durumda, bilim dünyasının, başka bir kanıta ihtiyacı yoktur. Avrupa Türktür, Türk kalacaktır... Avrupa Türktür, Türk kalacaktır... (nakarat.)
(yazarın notu: Osmanlı Türk İmparatorluğunun son yıllarında iktidarda olan “İttihad ve TARAKki” cemiyeti, Enver Paşa aracılığı ile yeni bir alfabe önermiş ise de, savaş koşulları nedeniyle başarılı olamamıştır.)
Önceki bölümlerde değinilmiş olduğu gibi, 7 milyar nüfuslu dünyamızda Araplar ve Yahudiler hariç bütün halklar, TARAK, ÖnTürk, JönTürk, Beyaz Türk ve sonuç olarak Türk kökenlidir. Bu nedenle, dünya ülkelerinin hemen hepsi TÜRK toprağıdır. ( vizesiz seyahat mümkündür.) Bu konuda en ufak bir tereddüt bile kalmaması için, MS. 2 bin yıllarının, yani günümüz dünyasının kavimlerini ve devletlerini kısaca irdelemekte yarar olacaktır.
Süreç içinde, Tarak, ÖnTürk, JönTürk, Beyaz Türk... sonuç olarak TÜRK müteahhitleri tarafından kurulmuş olan çeşitli kentsel yerleşmeleri konu alan bazı örnekleri, makalenin ilerleyen bölümlerinde değerli okuyucuların bilgilerine sunma çabası içinde olacağız...
Kürtler: Kırmançi ve Zaza olmak üzere, bütün Kürtlerin Türk oldukları, cumhuriyetin ilk yıllarında kanıtlanmıştır. (yazarın notu: ayrıca, Kürt Kırmançi aşireti, Kuzey Amerika’daki Kızılderili Komançi kabilesi ile yakın akrabadır.) Kürt Kavimi, kısaca “Dağ Türkleri” olarak adlandırılmaktadır. Bunun bilimsel nedeni ise, Kürt kimliğiyle bilinen insanların karlı havalarda, dağlarda, tepelerde yürürken ayaklarının altında ezilen karların “KIRT, KIRT, KIRT” şeklinde sesler çıkartmasıdır. “Kırt” sesi halk dilinde kullanıldıkça “Kürt” haline dönüşmüştür.
Ermeniler: Göç Yolları Haritası’na tekrar bakalım; MU Kıtası’ndan kaçan TARAK’ların, Asya üzerinden Batı yönünde ilerlerken, Doğu Anadolu bölgesindeki Ararat (orj: tarağ. rat) Dağı’na tosladıklarını açıkça görebiliriz.
Günümüzde sehven “Ermenistan” olarak adlandırılan bu ülkede kullanılan alfabe, batık MU Kıtası Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanmış olan alfabe ile neredeyse aynıdır. Uzun lafın kısası, Ermeni olarak adlandırılan nüfusun tamamı esasen Türk kökenli olup, dünyanın 72 ülkesine yayılmış diaspora aracılığı ile Türk kültürünü yaygınlaştırmaya çalışmaları, acayip gurur verici ve göz yaşartıcıdır. Ermeni kadın kardeşlerimizin kıl, tüy vb. konulardaki olağanüstü başarıları, MU = Kıl/Tüy = Tarak denklemini kanıtlayan bir diğer veridir. Sonuç olarak “Ermeni” olarak adlandırılan etnisite, kesinlikle MU/Tarak kökenlidir.
Türk kökenli Ermeniler Ararat Dağı’nda
(yazarın notu: Orta Asya’dan gelen Türk kavimlerinin Karadeniz kıyılarına tosladıkları ilk nokta, günümüzde “Tosya” olarak anılmakta olup, pirinci ile meşhurdur.)
Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Diğerleri: Asya’daki bu ülkeler, hiç şüphesiz Türk kökenli nüfusa sahip ülkelerdir. Günümüzden 4 bin yıl önce, yani MU Kıtası’nın denize gömülmesini takip eden bin yıl sonlarında, Orta Asya’da yaşanan olağanüstü kuraklık nedeniyle tekrar göç yollarına düşen Türk boyları, yukarıdaki bölümlerde verilmiş olan haritadaki rotaları kullanarak bütün dünyaya dağılmıştır.
(yazarın notu: MS. 1960’lı yıllarda başta Almanya (orj: el.mu.niye) olarak bilinen devletin çağırısı sonucunda işçi sıfatı ile tekrar yollara düşen insanlarımız, Türk kökenli kavimlerin geleneksel göç alışkanlığını devam ettirmiş sayılabilirler... Tarih tekerrüden ibarettir netekim... Öhö...)
Rusya: Bu ülkenin tüm nüfusu kesinlikle Türk kökenlidir. Bu yargıyı bilimsel bulgularla kanıtlamak gerekirse; Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan gibi Türk ülkelerinin vatandaşları, aralarında konuşurken Rusça kullanırlar. Yok eğer Rusça kullanmazlarsa, kendi Türkçe lehçeleriyle karşılıklı anlaşabilme imkanları %10 seviyelerine düşer. Bu bilimsel gerçeklik, “Türkçe” olarak bilinen dünya dilinin ne kadar yaygın olduğunu ve (hafif bir Slav aksanı sezilse bile) Rusça’nın, çeşitli Türk lehçelerini bünyesinde toplayan, üst düzey bir Türk dili olduğunu kanıtlamaya yeterlidir.
Bu konuda başka örnekler vermek gerekirse; “voda” sözcüğü Rusça’da “su” anlamında kullanılmaktadır. Eeee? Ne yani? Rusya’da “voda” varsa, bizde de “vodafon” var... Rusya’da “vodka” varsa, bizde de “votka” var... İddiayı bilimsel olarak kanıtladığımıza göre geçelim .
Çin: Bu ülkenin kendine özgü takvim ve yılbaşı tarihi gibi tuhaflıklarına bakılırsa, milattan önce 2 bin yılına rastlayan yılın “Öküz Yılı” olduğu görülecektir. Bu tarih, batma sürecindeki MU Kıtası’ndan kafileler halinde kaçış hareketinin başladığı yıldır. Bu durum, TARAK ahalisinin, Kuzey-Batı yönünde kürek çekerken, günümüzde Japonya ve Çin olarak bilinen kıyılara vardıklarını kanıtlamaktadır. Aksi durumda, MU Kıtası’nın bayrağında yer alan “Kutsal Öküz” figürünün Çin takvimine nasıl olup da girdiğini açıklamak imkanı yoktur. Bu nedenle, günümüzde Çin adıyla bilinen ülkede yaşayan yaklaşık 1,5 milyar insan ÖnTürk statüsündedir ve kısaca “Pirinç Türkleri” olarak adlandırılabilir.
MU atölyelerinde imal edilerek Çin imparatoruna “yakın koruma” amacıyla gönderilmiş bulunan Terakota asker kardeşlerimizi de Unutmayacağız... Unutturmayacağız... Unutmayacağız... Unutturmayacağız... (nakarat...)
Balkan Ülkeleri ve Avrupa: Türk akıncıları, yüzyıllar boyunca Avrupa Kıtası topraklarında at binmiş ve binlerce kilometre yol gitmişlerdir. Bilinen bu gelişmelere ek olarak, Orta Asya üzerinden gelen Türk boylarının, batı rotasında Tuna nehrini kullanarak Baltık Denizi’ne kadar kürek çektikleri ve hatta bununla da yetinmeyerek Kuzey Amerika kıyılarına yelken açtıkları, tarihi ve bilimsel gerçeklerdir.
Ziyaretçi Türk boyları, dinozor kakasıyla gübrelenmiş bereketli Avrupa topraklarında yaşayan herhangi bir topluluk bulamayınca, “yazık lan bu güzelim topraklar bomboş duruyor, bari gelek de yerleşek” düşüncesi ön plana çıkmıştır. Bu husus, “Kırmızı Kitap” olarak bilinen devlet politikası metinlerinde yazılı olup, Devlet Arşiv Sitesi’nden soruşturulabilir.
İlerleyen yıllarda, “Kızıl Elma” felsefesiyle batı yönünde ilerlemeye devam eden Türkler, özellikle yaz günlerinde kafileler halinde Tuna Nehri’ni geçmiş ve ak tolgalı beylerbeyinin liderliğinde Avrupa Kıtası’na yayılarak çeşitli şehirler kurmuştur.
Avrupa’da kurulan kentlere örnekler vermek gerekirse; günümüzde Polonya olarak bilinen Türk toprakları içindeki “Krakow” kentinin orijinal adının, “Tarakow” olarak kayıtlarda mevcut olduğu görülecektir. Kentin kurucuları, elbette TARAK kökenli Türkler olmaktadır.
Örneğin Almanya’nın Dört.mu.nd kenti, Bursa’dan kafileler halinde gelen Türk Akıncıları tarafından kurulmuştur. Aradan yüzyıllar geçse de, Borussia Dörtmund futbol takımının Bundesliga’daki başarıları, Bursa’da coşku ile kutlanmakta, buna karşılık Bursaspor’un galibiyetleri de benzer şekilde Dörtmund caddelerinde Türk bayrağı sallayan kortejlerle sabah saatlerine kadar süren kutlamalara sahne olmaktadır.
Kızıl Elma rotasında, Tuna Nehri’ni takip eden Türk akıncılarının, yerleşime uygun bir nokta buldukları ve çok güzel bir kent daha kurdukları, tarihi kayıtlara geçmiştir. Zamanın Türk mimarlarının çok puştça hazırladığı rahatça söylenebilecek şehir imar planında, Tuna Nehri’nin her iki yakası yerleşim alanı olarak belirlenmişti ve nehrin üstünden köprü, altından ise metro bağlantısı sağlanıyordu... Budapeşte (orj: mu.da.puşt) adını taşıyan bu şirin Türk kenti, Macaristan (orj: mu.cur.stone) başkenti olarak bilinir.
(yazarın notu: Vay anasını sayın okuyucular, neredeeen nereye? Sen kalk, TARAK kavimi olarak batık MU Kıtası’ndan gemilerle yola çık. Önce Orta-Asya’ya yerleş. Sonra koskoca Asya Kıtası’nı at üstünde “dıgıdık dıgıdık” geçerek Anadolu’ya gel. Bu da yetmesin, Avrupa Kıtası’nda Türk şehirleri kur..! Olacak iş mi..?What..! Wallahi billahi hayretimden şaşırmış durumdayım.)
Amerika’nın Keşfi
Tarih kitaplarında, Amerika Kıtası’nın, Christopher Columbus tarafından keşfedildiği ve “Amerika” adının Amerigo Vespucci’ye izafeten verildiği söylenir. Bu iddia doğru değildir.
Christopher Abi, Amerika Kıtası’nı keşfetmiş
olmanın dayanılmaz hafifliği ile gülümserken.
Tuna Nehri üzerinden Karadeniz dalgalarına dayanıklı taka filoları halinde ilerleyerek Baltık Denizi’ne ve Atlantik kıyılarına kadar ulaşan ÖnTürkler, bu topraklarda da rahat durmamış ve “ha uşaklar celun piraz daha batiya yelken açalum da,” diyen kaptanlarının sözüne uyarak okyanusa açılmışlardır. Çok uzun süren fırtınalı yolculuk neticesinde, bugün Amerika adıyla bilinen kıtanın sahillerine ulaşan TARAK tekneleri, kendilerini davul, zurna, tulum ve kemençe eşliğinde karşılayan Kızılderili kavimleri tarafından törenle karşılanmışlardır.
(Amerika Kıtası sahillerinde, Türklerin Türklerle karşılaşıp kucaklaşmasını anlatan bu önemli görüşmenin tutanakları, ABD başkenti Washington DC’de, ünlü Skimsonian Enstitüsü arşivinde, [ 2468kıl-tüy/pc486-tarak 1041/1493-256 ] kayıt numarası ile korunmaktadır.)
(yazarın notu: DİKKAT İSTERİM..! Kızılderililerin reisi ile misafir takaların kaptanı Temel Reis arasında gerçekleşen ilk yüz yüze görüşmenin, Türkçe dilinde yapılmış olması ve arada hiç tercüman bulunmaması, bilimsel açıdan çok anlamlıdır).
“Ugh..! Topraklarımıza hoş geldin yabancı,” diye söze başlar, Reis Taraklıtüy.
“Aleykümüsselaaam,” diyerek cevap verir, Türk teknelerinin kaptanı Temel Reis.
“Nereden gelir, nere gidersiz? Ugh..?!”
Temel Reis cevap verir; “Walla atalarımız olan Taraklar, batık MU Kıtası’ndan yelken-kürek, önce Caponya ve Çin sularına varmışlar. Sonra at sırtında Orta Asya, Kazakistan, Afganistan, Hazar Denizi filan derken Kavimler Kapısı’ndan Anadolu’ya ulaşıp yerleşmişler. Birkaç yüzyıl sonra da Avrupa’ya yayılıp şehirler, fabrikalar, camiler, AVM’ler filan kurmuşlar. Bizler de Karadeniz’den Tuna Nehri rotasıyla önce Baltık Denizine sonra da Batı yönünde yelken açarak...” derken, Kızılderili Reis Taraklıtüy, Temel Reis’in sözünü keser:
“İyi, güzel de, neden bu kadar uzun bir yol seçtiniz sevgili kardeşim? Bizler de Ulu Manitu sayesinde elhamdülillah Amerika Kıtası’na geldik ama bizim atalarımız anavatan MU’dan Kuzey-Doğu yönünde yelken açmışlar ve çok kısa sürede işi bitirmişler. Buna karşılık, sizin atalarınız ve binlerce yıl sonra sizler, bizim Amerika topraklarına gelinceye kadar, batı yönünde toplam 40 bin küsur kilometre yol gelmiş oluyorsunuz. Harcadığınız mazota ve zamana yazık değil mi? Milli servet ziyan olmuş. Yuh ve hatta Çüş..! ” diyerek üzüntülerini nazikçe ifade etmeye çalışmaktadır.
(Jeton düşmüştür..!)
Karşısında don paça dikilip duran, kafası tüylü kızılderili beyefendinin MU kökenli KARDEŞ bir TARAK olduğunu idrak eden taka kaptanı Temel Reis daha fazla dayanamaz, Reis Taraklıtüy’ün boynuna sarılır ve “vay benim aziz Kızılderili Türk kardeşim,” diyerek hüngür hüngür ağlamaya başlar... (fon müziğinde “Sev Kardeşim” parçası...) http://www.videoizle.co/video/6987/senay-sev-kardesim
Sahilde devam eden bu tarihi karşılama töreni, Kızıltarak Kabilesi sihirbazının misafirlere barış çubuğu ikram etmesi ve tarafların el ele tutuşarak sahilde halay çekmesi ile sona erer.
Türk Kökenli Devletler ve Türklerin Kurduğu Eyaletler, Şehirler filan...
Sayın okuyucularım. MU veya TARAK isimlerinin türevlerini taşıyan Türk kökenli devlet ve şehir isimleri, bu mütevazı çalışmanın sayfalarına sığmaz. Yine de, sizlere birkaç örnek vermeden makaleyi bitirmek istemedim:
İngiltere... (orj: in.glue.tarax)
Amerika... (orj: i.mu.rocky)
Brezilya... (orj: mu.rezil.ya) -anavatandaki rezaletlere sebep olan bakanlar buraya göçtü. -
Meksika... (orj: mu.skyo)
Uruguay... (orj: mu.row.gay)
Moskova.. (orj: mu.scever) -Moskova valisi Martina Navratilova, Adana Çukurova kökenlidir. -
Roma....... (orj: raw.mu)
Madrid..... (orj: mu.droid)
Budapest.. (orj: mu.da.puşt)
Munich..... (orj: mu.nacht) -sonradan istanbul türkçesinde incelmiş.-
Stockholm.. (orj: stok.hell.mu)
New York... (orj: mu.yark)
Teksas.... (orj: taraks.ass)
Columbia... (orj: call.mu.bye)
Mississippi (orj: mu’s.pipi)
Missouri... (orj: mu.osuriy)
Son Söz
Araplar ve Yahudiler hariç, bütün dünya halkları TÜRK kökenlidir... (nokta)
Kaynak Yayınları'dan merak edip kitabını almış idim. Ama bu bilimsel görüngülü çalışma intihal olmuş. Maamaafihih bu daha çok güldürdü...
YanıtlaSil