Venedik Bienali’nde “Yan Yana”
Suha Özkan Hon. F AIA
Venedik Bienali (BdV) Dünya’da aynı adla anılan birçok mimarlık etkinliğine örnek olmuş bir bakıma “gündem saptayıcı” bir kutlama. Mimarlık ortamına girdiğim yıllardan bu yana çok ama çok kez gezdiğim bir kent. BdV ile doğrudan katkım ise 1982'de ikincisi gerçekleşirken oldu. Aga Khan Ödülü’nde ilk yılımdı, Paolo Porteghezi’nin komiserliğini yaptığı “Architettura nei Paezi Islamici” teması içinde Padiglione Centrale’de Hassan Fathy sergisi ve görsel gösteriyi hazırlamıştık. İzleyen yıllarda hemen tamamında işim ve merakım gereği yer aldım. Sayın Bülent Eczacıbaşı’nın sanatsever kişiliği ve İKSV’den Güngör Taner’ın çağrısı ile ilk üç dönem seçmelerine katıldım. 2014 yılından bu yana Türkiye Arsenale içinde yer alan kendi Pavyonu ile bir yıl güzel sanatlar, ertesi yıl da mimarlık konularında BdV’ya katılmakta. 2014de Murat Tabanlıoğlu, sonra Mehmet Kütükçüoğlu 2018de Kerem Piker ve pandemiden olumsuz etkilenen 2020 yılında ise Neyran Turan Ölçü Olarak Mimarlık teması ile ancak 2021de izleyicilerle buluştu.
Venedik, benim için iklim ayırmadan, hep nemli ve serin bir kenttir. Güzel yanı her ırk ve ülkeden gelen sınırsız yoğun insan varlığıdır. Orada yaşayanlar da bu çevreye alışıktırlar. O kadar ki kentin Dünya simgesi olan Piazza San Marco’yu su bastığında “Nasıl olsa bu sel gidecek” der ve dertlenmez, çizmelerini çekerler. Venedik’de suyla baş edebilecek tek yapı gereci olan taş, her ortamda vardır ve kentin soğukluğunu kendi doğası gereği sürdürür. Ancak çok duyarlı biçimlerde kullanılan tuğla ile sadece görsel olsa da kent ortamını biraz ısıtılır.
Bu ortamı çok duyarlı bir biçimde izleyen Han Tümertekin, BdV Küratörü ve MIT Dekanı Hashim Sarkis’in çağrısı üzerine, Arsenele kıyısında ılık, kuru, kanal ile kıyıyı birleştiren bir seyir terası önerdi. Oturup dinlenecek yerlerin azlığı bir yana Tümertekin Venedik’te bulunmayan ahşap sıcaklığı ile, kenti gezerken yorulan kişilere tarih ve kanal bağlamında sakin bir deneyim sunmakta. İnsanların bireysel, ya da küçük gruplar olarak değişen bakış açılarından kanalı izlemeleri, başlı başına özgür bir kent deneyimi sağlamaktadır.
Tümertekin, koyu lacivert kanalı ve Venedik’in olağanüstü tarihsel ortamını izlemeye gelen, belki de birbirlerini bilmeyen tanımayan insanların “yan yana” gelerek kaygısız, kayıtsız serbest bir ortamı paylaşmasını amaçlıyor. Ortamda, onun sürekli olarak izlediği yalınlıkta, ahşabın sıcaklığından başka bir varlık yok. Kısacası ne masa, ne sandalye, ne oturak, ne bank, ne de minder, hiçbir şey yok. Yere ılık ahşap zemine, gerekiyorsa kazak ya da ceketi serip oturmak yeterli. Çünkü Venedik’in yorucu yaya ortamında, istenen, temiz ve sıcak bir yere ilişme, oturma, uzanma, belkide çökerek dinlenme.
Yapı konsol olarak tasarlanıp inşa edilmiş. Hiçbir taşıyıcının olmaması onu bir bakıma “uçar-yüzer” hafifliğe getiriyor. Orada var. Kıyıya konmuş gibi. Ama varlığı hükmedici bir ağırlık değil. Konsol iki bölümden oluşmakta. Aradaki düzayak koridor yol, kıyıya erişmekte ve deniz üzerine birkaç adım uzanmakta. Denize erişip geri dönüldüğünde sağda 3-4, solda 8-10 kişilik “yan yana” oturma, ya da yayılma tribünleri var. Hepsi o kadar. Beklenti bu alanda “yan yanalığın” yaratacağı unutulmayacak bir Venedik izlenimi. Tümüyle bir tribün yalınlığında olan yedi bant düzeyden oluşan yapı, girildiğinde lagününün üzerine konsol çıkan terastan geri dönüp oturma, yada izleme ortamına erişmekte. O alanda egemen olan lagün ve sonundaki Venedik görüntüsü artık insanların “yan yana” izleyecekleri bir birliktelik olarak düşünülmüştür. Gelenlerin, içecek, sandviç, çerezlerini alıp uzun süre kaldıkları gözlenmekte. Etkinlik zamanlarında Giardini’de kapış kapış oturulan banklar dışında pek dinlenecek olanak yoktur. Lokantalar, kafeler ise hep tıklım tıklım doludur. Venedik’de küpeşteye ilişip dinlenmenin dışında ticari olmayan bir yorgunluk giderici olanağın çok az olduğu ortamda özgürce sunulan bu serbest mekan sevilen bir hizmet oldu. Herkes çöpünü yanında taşıdığı için, atık sorunu da yok gibi.
Venedik’de gerçekleşen bu katkının tıpkı Peter Zumthor’un, Hanover 2000 Dünya Fuarında gerçekleştirdiği İsviçre Pavyonu gibi pek moloz bırakmadan sökülebilir olması. Yapıtın, özelliğine olan saygı ile BdV’nın Kasım 2021’de bitiminden sonra Ocak 2022 sonuna dek kullanılacağını bilmek güzel. Bir bakıma teması sanat olan 2022 (aslında 2021) Bienali ile şimdiki Mimarlık Bienalini köprülemesi de anlamlı.Hatta orada sürekli kalması da düşünülüyor. Eğer sökülürse İstanbul’a getirilip İstanbul Modern yakınında, Galata Rıhtımı’nda yer alması çağdaş sanat tutkunu olarak İstanbul’a yakışır. Olmazsa Üsküdar ya da Salacak’tan Tarihi Yarımada’ya, oradanda Venedik’e yönlendirilebilir. Belki de Bodrum’da Tepecik Camisi yanındaki Türkan Saylan Meydanı’ndan artık teknelerle görünümü kapanmış Bodrum Kalesi’ni izlemeye yönelir. Sökülürse Türkiye’ye getirelim. Venedik’de kalırsa, Tümertekin’in bu Uluslararası sanat ve mimarlık ortamına katkısı olan, “yan yana”nın kardeşini burada yapalım.
Fotoğraflar Cemel Emden
Hani kişi bazan ‘’vay canına! Keşke bu resmi ben yapmış / bu yapıyı ben tasarlamış / bu yazıyı ben yazmış olsaydım’’ derken bulur ya kendini, işte Suha’nın bu yazısı ve Tümertekin’in Venedik Seyir Terası bana ‘’vay canına! Keşke bu terası ben yapmış olsaydım, bu yazıyı da ben yazmış olsaydım’’ dedirtti.
YanıtlaSilSağol Suha.
OÜ