SATILMIŞ DAYI
izmir nisan 2017
Kış ılık
geçti. Şubat’ın sonunda ağaçlar aldandılar. Çiçeğe durdular. Bağ bahçe şenlendi
ama iki hafta sonra bir karayel... Hepsini soğuk vurdu. Badem, erik, şeftali.
Hepsi kavruldu gitti. Köydekilerin başka gelir kaynağı olmadığından kahvede
sigara içmekten, okey, pişpirik oynamaktan başka yapacak şey kalmamıştı gene. O
yıl da bakkala çakkala veresiye yazdıracaklardı aldıkları herşeyi. Ne oğlana
yeni ayakkabı, ne kızlara renkli çorap. Eskilerle idare edilecekti artık.
Kahvedeki sigara dumanı mı daha yoğundu yoksa herkesin yüzünden akan kasvet mi,
belli olmuyordu. Sadece Çaycı
Murtaza’nın işi iyiydi ama o da kimse söylenmesin diye radyoyu bile açmıyordu. Birilerine çıkışmak için
bahaneye bakıyordu insanlar çünkü.
Kapı açıldı,
bir an için temiz, soğuk hava girdi içeri. Kapıya yakın oturan Satılmış Dayı
aksi aksi bağırdı: ‘’Kapa len şu kapıyı,
dondurcen mi bizi bu zemheride ? Ya kappecik ya... Hiç düşünmeyyo bunna yaa!’’
Gelen
muhtarın torunuydu. Kimseyi umursamadan çayocağına yürüdü. Kendi eliyle özene
bezene yazdığı duyuruyu görünür bir yere raptiyeledikten sonra hiç konuşmadan
çıktı gitti.
DUYDUK
DUYMADIK DEMEN
KÖÜN YANINA SU KANALI YAPILCEK
AMELE LAZIM ISTEYEN
BURE ADINI YASSIN
Satılmış
Dayı seslendi:
‘’Len Murtaza! Benim gözleelen o yazıyı ben göremen.Oku bakem şunu bene.’’
‘’Satılmış
Dayı sen ne diyon yaa! Üşeneyyom galkıp oree gelmeğe disenya. Eyisin sen de valla!’’
‘’Tamam
tamam. Vükelalık etme de oku şunu.’’
‘’Bişey
diyel canım. Su kanalına amele ilazımmış.’’
‘’Gençlee
gitsin. Benim gendi çiftim çubuğumda çalışcek halim bilem yok. Hanki su
kanalına amelelik yapceemişim?’’
‘’Eyi eyi.
Gitmezsen gitme. Herkeşlee koşu koşu gidee. Bak da göö.’’
Gerçekten de
asılan listeye kahvedekilerin tümü adını yazdırdı. Üç beş kuruş gündelik
alacaklardı. Akmasa da damlardı. Murtaza listedeki adları saydı.
‘’Beyler !
Onüç kişi yazılmış buree. Onüç uğursuzdur, varın gelin biriniz daa yazılın da,
hani vaaya bi terslik olmasın!’’
Kahvede
zaten başka kimse yoktu. Murtaza şöyle
bir bakındı. Belli ki bir tek Satılmış Dayı adını yazdırmamıştı.
‘’Dayı’’
dedi. ‘’Ben sene de yazcem sen ne diyceesen di gari. Nolcek yaa? Aha
gençlee çalışıı, sen ağırdan alıssın,
ağşam da yöğmiye cepte. Taş atcen de omzun mu yerinden çıkcek?’’
Satılmış
Dayı baştan mırın kırın etmişti etmesine ama
aslında o da herkes gibi sıkıntı içindeydi, meteliğe kurşun atıyordu.
‘’Eyi be,
öff ! Ama bak, ben orlaada kazma kürek başında hık deye eşek cennetine
boylaasam günahı boynuna Murtaza. Sen yazdıreyyon bene.’’
‘’Yok Dayı,
dur hele bakaam. Hanki eşek cenneti yaa. Sende daa çook ekmek vaa. Bişeyciklee
olmaz. Ezrail senden korksun, sen ne diyon?’’
İki gün
sonra listede adı olanlar muhtarlığın önünde toplandılar. Yüklenici şirketin
döküntü minibüsü gelince sürücünün
yanındaki koltukta oturan deri ceketli görevli indi. Teker teker ad okuyarak
herkesi minibüse aldı. Sonra hem listedeki adları, hem de içerde oturanları
saydı. ‘’Tamam’’ dedi.’’Ondört kişi. Hadi gidelim.’’
Tozlu yoldan
tepe aşağı sarsıla sarsıla indi minibüs. Ovaya gelince bir süre asfalt yolda gittiler. Sonra gene tarlalar
arasındaki toprak patikaya sapıp sonunda su kanalının yapılacağı yere
vardılar. Araç durduktan sonra deri
ceketli görevli arkadan gelen tozun yatışmasını bekledi. Sürücüye sözüm ona
şakadan ‘’say bakalım şunları, yolda kimseyi
düşürmüş olmayalım’’ dedi ama sürücü
ciddiye aldı. İnenleri teker teker saydı.
‘’Cüneyt Bey
köydeyken siz kaç saymıştınız ?’’
‘’Ondört
galiba. Liste burada. Evet, ondört.’’
‘’Ben de
öyle hatırladım ama şimdi onüç kişi saydım.’’
‘’Olmaz
canım, hiç olur mu? Yolda durmadık etmedik. Ondört bindi, ondört inecek. Yanlış
saymışsındır.’’
‘’Yok valla
iki kere saydım. İsterseniz bir de siz sayın.’’
‘’Bir iki
üç...oniki onüç.. Allah allah. Gerçekten onüç yahu. Beyler, bakın arabanın içine.
Biriniz uyumuş kalmış olmasın.’’
Gençlerden
ikisi davrandı, minibüse girdi. Diğerleri etrafa bakındılar. İlk uyanan
Sütçügilin askerden yeni dönen küçük oğlu Süleyman oldu.
‘’Aakideşlee, Satılmış Dayı yok len. Nere
gitti ?’’
Minibüsün arkasına
dolaştılar. Kimse yoktu. Cüneyt Bey sordu:
‘’Hanginizin
yanında oturuyordu bu Satılmış Dayı dediğiniz?’’
Köylülerden
biri hatırladı.
‘’Arabaya
ilk o pindi. Gitti tee en arkadaki tek kişilik yere oturuveedi.’’
‘’Yanında
kim vardı?’’
‘’Kimse. Yan
koltukta iki çuval soğan mı pattiz mi ne zıkkımsa o vaadı. Aha işte onlaa şorda
durup duruu.’’
‘’Şöferbey. Aaka kapıdan inmiş olmasın?’’
‘’Olamaz
efendim. Minibüsün tek bu kapısı var.
Arkada kapı mapı yok..’’
‘’Anaa!
Nooldu bu adama yaa?’’
O sırada
minibüse girenlerin bağırdıkları duyuldu:
‘’Beylee,
inanmeyceeniz ama buuda bir bebe vaa!’’
‘’Ne bebesi
len? Minibüste bebe mi oluumuş?’’
‘’Valla
billa bi bebe vaa. Gelin de bakın.’’
Başta Cüneyt
Bey olmak üzere herkes tıklım tepiş minibüse doluştu. Birbirlerinin üstünden
görmeye çalıştılar. Gerçekten de en arkadaki tek kişilik koltukta bir bebek
mışıl mışıl uyumaktaydı.
‘’Len bunun
üstündeki ne? Satılmış Dayının ceketi diyel mi o?’’
‘’Anaa!
Valla da o len! Bak yakasındaki rozet bile durup duruu.’’
‘’Adamın
pantolu da boş, baksanya.’’
‘’Tööbe
tööbe. Ne biçim iş len bu? Bi yaşıma daa girdim. Hani olcek şey diyel ama bizim Satılmış Dayı
yeniden bebe mi oldu len?’’
‘’Oluu mu
len ööle şey?’’
‘’Olmuş ya
işte görmeyyonnu?’’
‘’Gavga
etmen len. Olan olmuş gari. Napcez şincik, onu bakaam. Cüneyt Bey sen ne diyon?’’
Cüneyt Bey
şaşkınlıktan süklüm püklüm bir kenara çökmüştü. Minibüse binilirkenki patron
halinden eser kalmamış, adamcağız bir kaç dakikada yıllarca yaşlanmıştı
sanki. Boş gözlerle etrafına bakındı.
Söyleyecek şey bulamadı. Minibüsün sürücüsü biraz daha kendindeydi.
‘’Beyler’’
dedi. ‘’Ben derim ki en iyisi biz köye dönelim. Bu olayı muhtara bildirelim. Ne
yapılacaksa o yapsın. Cüneyt Bey siz ne dersiniz, öyle yapalım değil mi?’’
Cüneyt Beyin
konuşacak hali yoktu. Olur anlamına kafasını sallamakla yetindi. Herkes yerine
oturdu. Sürücü motoru çalıştırdı. Gençlerden biri Satılmış dayının ceketine
sarılı bebeği kucağına aldı. Bebecik mışıl mışıl uyuyordu. Geldikleri gibi ama ondört kişi değil onüç
kişi ve bir de mışıl bebek muhtarlığın önüne geri geldiler. Sürücü araçtakilere
seslendi:
‘’Beyler,
kimse arabadan inmesin. Ben muhtarı alıp geleyim:’’
Muhtar
SEyfi sürücüyle birlikte minibüse geldiğinde hiç şaşırmış gibi değildi. Telaş
da etmiyordu. Koltukların arasından yan yan yürüyerek bebeğin olduğu en arka
sıraya geldi.
‘’Ve bakem
şunu bene’’ dedi bebeği kucağında tutan gence. Satılmış Dayının ceketiyle
birlikte minik bebeği aldı. Araçtan indi. Diğerleri de hiç ses etmeden arkasından geldiler. Hep birlikte muhtarın
odasına girildi. Muhtar kucağındaki
bebekle sobanın yakınına oturdu. Odada kimse yokmuş gibi bebeğin
yanaklarını usul usul okşuyor, yumuşacık bir sesle ona bir şeyler söylüyordu:
‘’Satılmış,
niden yapıveedin gene bunu be abem? Şincik Zarife yengem seni üç beş hafta
yenişten mi büyütcek gadıncaaz len. Yazık diyel mi anacıına. Gadın handiyse
doğsan yaşında. Sennen uğraşcek hali mi vaa? ’’
Köylüler
şaşkınlık içindeydiler. Hepsi Satılmış Dayıdan ve muhtardan gençti, muhtarı
saygın, aklı başında biri olarak bilirlerdi. Oysa koskoca muhtar oturmuş nerden
çıktığı belli olmayan bebekle sanki kırk yıllık tanıdıkmış gibi konuşuyordu.
Olanların hiç birine anlam veremiyordu
adamlar. Muhtar bebeği kucağından bırakmadan arkasına yaslandı. Bir süre
düşündü. Sonra ağır ağır konuşmaya başladı:
‘’Aakideşler,
siz bugün olan bitene şaştınız herhal. Haklısınız. İlk dahfesinde ben de
şaştıdım.’’
Gençlerden
biri dayanamadı, sabırsızlıkla muhtarın sözünü kesti:
‘’Ne diyon
muhtar emmi. Ne ilk dahfesi?’’
‘’Patlama
len Nusret! Anlatcem işte. Acık dur. Önce biriniz kapıdan benim torun Timura
seslensin bakem. Satılmış Dayının evine gitsin de Zarife Yengeye dedem çığrıyo
disin.’’ Gençlerden kapıya en yakın
olanı hemen kalktı gitti. O dönünceye kadar bekledi muhtar. Sonra anlatmaya
başladı:
‘’Şincik
bakın. Siz hepiceğniz gençsiniz. Bennen Satılmış köyün en yaşlısıyız. Birlikte
böyüdük. Aakideşten öteyiz yani. Handiyse kaadeş gibiyiz. Pek herkeşlee bilmez,
bunun bööle hilkatten bi cinsliği vaa. Arada sırada aha işte bugünkü gibi
zınkkadanak bebek oluverii bu mübarek adam. Üç hafta, dört hafta mışıl mışıl
uyuyagor, biraz ınga mınga edee. Zarife
yengem bunu beslee meslee, altını temizlee. Deekene bi de bakaasın geceleyin
pat deye bu gene yaşına gerigeliveemiş. Nassın olduğunu ne gendi bileyyo ne de
biz anlaabildik. Sadece Zarife yengem deyyo ki bunun babası da böölemiş.
Yengeye gaynanası demişmiş. En son sizlee ortaokuldakeene oldudu. Kime kimseye
pek duyurmeyyoz ki gastelee tilivizyonlaa buree doluşmasın. Zaten kime ne diyeceen?
Disen bilem kimi inandırceen? Siz şincik gidin bunu kasabada anlatın bakem
herkeşlee size mart soğunda acık gafeyi üşütmüş bunlaa demezse ben de ne olem.
Hah, Zarife Yengem de geldi işte. Yenge gel gel. Bak seninki gene bebek
oluveedi. Verem sene de al götüü bunu eve.’’
Zarife yenge
başörtüsünü kulağının arkasına sıkıştırdı.
‘’Dur hele
bi soluklanem bakem’’ dedi. Sonra sorulmuş gibi anlattı:
‘’Sıkılmıştır
bu gene. Havalar soğudu da bademler yandı ya. Çok üzülüveedi. Nolcek oğlum
sağlık ossun bak sen ucunda mefat olmasın dedim ama ne faide. Herkeşin bi huyu
vaa. Bununki de bu. Çok üzülüüse aha bööle oluvereyyo. Üç dört hafta bakcem
gari napem? Ne de olsa evlat. Atsan
atılmaz satsan satılmaz. Hadi bu gadan zevzeklik yetee. Ben gidem de işimi
bakem. Kalın sağlıcakla. Seyfi sen de Mürşide gızımı söyle de bana tükkandan
az bi şey patiska getsin. El gadan bebek ama böyük adam gibi sıçeyyo bu boklu
şey. Evdekilee yetmeycek. Ah yavrım, bu sefer pek de gırmızı yanaklı olmuş.
Gurban ossun anası ona. Ve bakem şunu. Hadi bene müsaade.’’
***
Nefis bir öykü olmuş, yöresel ağız ancak bu kadar taklit edilir yazıda. Ellerinize sağlık aklınıza fikrinize sağlık. konu da tam bir masal.
YanıtlaSil