Huysuz Ağaçlar ve Tuhaf Şeyler / Yücel Akyürek

 

Huysuz Ağaçlar ve Tuhaf Şeyler

Bilmiyorum kaç kişi böyledir ama ben yolda, kırda, bayırda doğru dürüst yürüyemem. Sağa, sola önüme ve arkama bakarken bir şeyler ararım. Yol çoğu kez benim için yalnızca sonuca odaklanılmış zorunlu olarak katlanılacak bir süreç değil, başlı başına keyif alınacak bir serüvendir. Denizler de öyledir. Gençken avcılık amacıyla gözlük şnorkel ve zıpkınla dolaştığım yerlerde şimdi sadece deniz dibini tarayarak ilginç bulduğum şeyleri topluyorum. İnsanlığın yemiş toplayıcılık ve avcılık dönemlerinden kalma genetik bir takıntı olabilir. Aradığım tuhaf şeylerdir. Bunlar ağaç, taş, metal, pişmiş toprak kırıntıları, kemik, deniz kabukları veya denizin iyice aşındırdıktan sonra kıyıya bıraktığı organik veya inorganik atıklar olabilir. Tam olarak bilmesem de aradığım, bitkilerde ve hayvan kalıntılarında yaşamının başlangıcı büyüme ve gelişme, hayatta kalma, yaşlanma, ölüm ve ayrışmayla ilgili ipuçları ve bu evrelerde başkalarının gözünden saklanmayı başaran gizli güzellikler galiba.

Resim 1  Sedef Adası kıyılarından çıkardığım midyeler, içinde küçük inciler barındırdığı için yenecek gibi değildir. Martılar içlerini kapışırken kabuklar bana, başka öyküler anlatır. Yakınlardaki minik mercan kümelerini oluşturan kurtçuklar kabuğu delerek girmeye çalışırken bunu fark eden midye, aynen kum tanelerini sarmalayıp inciye dönüştürdüğü gibi, bu delikleri de salgılarıyla kapatmaya çalışır. Midye ve kurtçuklar büyüdükçe kabuğun içindeki kabarcıklar da büyür ve sedefle bütünleşir.  Tabii bütün bunlar olurken ne midye ne de kurtçuk hemcinsleri gibi, milyonlarca yıl içinde petrol yataklarının bir parçasını oluşturmak yerine bir kolyenin parçası olacaklarının farkında bile değildir.

 

Bunu sadece organik maddelerle sınırlamak da doğru değil. Mesela demiri ele alalım. Yer küremizin yaklaşık %30’unun demir olduğunun çok az insan farkındadır. Yerçekiminin şiddetine ve manyetik alan oluşumuna katkısı olan bu maden dünyamızın çekirdeğinde eriyik halde iken yer yer yol bulup bacalardan yeryüzüne çıkarak atmosferle temas ettiğinde daha cevher halindeyken başka maddelerle karışarak hemen paslanıp kararır. Paslı demir işe yarar şeyler üretim endüstrilerinde hurda veya atık ya da daha doğru bir tanımla potaya konulup yeniden saf haline dönüştürülecek bir hammadde olarak sınıflandırılırken başka gözlerle bakanlar için bu bir olgunlaşma süreci olarak algılanabilir. Nitekim günümüzde paslanmış demir levhalardan “patina”sını koruyarak üretilen bir cephe kaplama örneğini Beşiktaş’taki Denizcilik müzesi cephesinde de görmek mümkündür. Büyükada’daki demir ve ahşap ağırlıklı yazlık evimde, o sıralarda koruyucu bir kaplamadan haberdar olsaydım, çıplak olarak sergilediğim demir profilleri boyamak yerine paslandırır ve o renkte kullanmak isterdim.




Resim 2  Büyükada’daki evimden bir iç görünüm. Masa üstündeki bol kıvrımlı ağaç gövdesi Antalya  Kemer dolaylarından.




Çevremizdeki her şey başka şeylerle etkileşim halindedir. Jeoloji, botanik ve biyoloji de bize bunu söyler. İlkbaharda yeşil olan yaprakların kışa ve sona yaklaşırken büründüğü renk çeşitliliği bizi nasıl büyülüyorsa bütün nesneleri değişim ve dönüşümün evreleri içinde değerlendirip sevebiliriz. Dolayısıyla estetik düşüncenin de bu olguya kendi açısından bakması ve etkileşme, olgunlaşma veya eskimeye farklı açılardan yaklaşması doğaldır. Arkeoloji ve tarih bilimi açısından da bu böyledir. Nasıl ki binlerce yıl toprak altında kalan bakırdan yapılma bir arkeolojik nesne artık CU elementinden; yüzyıllık kullanımın kararttığı gümüş de AG elementinden farklı şeylerse, bunları temizleyerek pırıl pırıl eski haline getirmek de olmayacak bir ilkellik ve üzerlerinden zamanı silmektir.

 Kısaca söylemek gerekirse sanatın veya daha geniş tanımıyla güzelliğin içinde bir boyut olarak zaman her zaman vardır. Tarihi bir yapının taşlarını beyazlatmak, binanın yapıldığı dönemdeki kiremitlerini yeni endüstriyel ürünlerle değiştirmek falan da restorasyon değil tamirattır. Osmanlı camilerinin çatısındaki kurşunları sökerek yerine alüminyum kaplamak da öyle. Belki biraz cesaretle, ilk yapıldığında pek bir şeye benzemeyen bazı nesnelerin sadece zamanın katkısıyla değerlendiğini ve güzelleştiğini söylemek bile mümkün olabilir    

Çalışma hayatımdaki baskıların giderek azaldığı emekliliğimin yaklaştığı on beş - yirmi yıl öncesinde Datça tepelerinde dolaşırken rastladığım maki türü bir bitki de bu gözlerle bakarken dikkatimi çekmişti.

Güneşin altında küskülük ve sert bir zemin üzerinde bir iki karış yükselerek yatay doğrultuda bir katran döküntüsü gibi yayılan bu yaşlı bitkiyi görmezden gelmem olanaksızdı. Daha sonraları Akdeniz’in başka yerlerinde de rastladığım bu tür bitkilerden hiçbiri güzelliğini bu kadar açıkça sergilemiyordu. Kızgın Güneş altındaki sıcak, susuzluk ve taşların büyüme yönünde karşısına çıkardığı engeller nedeniyle olmadık şekillere giren bu bodur ağaç belli ki yaşlılıktan onu koruyan dikenlerini ve kabuğunu çoktan kaybetmişti. 


Resim 3  Datça’dan

Köylülerin yakıştırdığı isimler çeşitliydi. Kimi “azmal”, kimi “geven”, kimi de “iyi yanar!” diyordu. Latince bir adı olduğunu sanmam. Diken ve kabukları ayrıldıktan sonra daha genç olanların orta gövdesindeki kızıl kahve renkli eski odun ile onu çevreleyen süt beyaz yeni odun utangaç bir güzellikle ortaya çıkıyordu. Su üstünde kalamayacak kadar yoğun; kesme veya lifleri doğrultusunda yarma gibi basit uygulamalar dışında işlenmeye gelmeyecek kadar sertti. Bu nedenle keresteden işe yarar şeyler üreten ve kullananlar; ağaç gövdelerinden totem ve heykel yontan sanatçılar ya da her gördükleri şeye “a ne güzel; insana ata, yılana benziyor” diyen sanatseverlerin! ilgi alanı dışındaydı. Bu, gün batımı, bulutların kümelenmesi, erozyonun yarattığı kaya formasyonları ya da hatta, müzik gibi bambaşka bir disiplinde olduğu gibi başka şeylere benzemeyen kendine özel tanımsız ve şekilsiz bir güzellikti. Sanat tarihi boyunca somuttan soyuta dönüşümün aynı arayıştan kaynaklandığını düşünmek de mümkündür.


Resim 4a  Bostancıdaki apartmanımızın otopark kaplamasını patlatan bir çam kökü

Resim 4b  Bir ceviz kütüğünün ön plana çıkan budak ayrıntısı

Bu ağaçları parçalara ayrıştırıp tekrar bir araya getirmeye ya da uyumlu başka şeylerle birleştirmeye o zaman karar vermiştim.  Bazen parçaların yeni bir kurguyla bir araya getirmek eski bütünden daha da değerli sonuçlar üretebiliyordu. Zaman içinde, bu seriye ağaç kökleri, başka sert ağaç türleri, çeşitli yemiş çekirdekleri,  asalak sarmaşıklar falan da katıldı.

Resim 5a, 5b, 5c, 5d, 5e ve 5f  Çeşitli parçaların yeniden birleştirilmesiyle oluşan bir yığın, bir demet veya bir salkım bir şeyin bütününden daha anlamlı olabiliyor;




Bazen de aslında bir defo ya da kusur sayılabilecek bir özellik vurgulandığında ana unsur olarak öne çıkıyordu. Bütün bu huysuz ağaç türlerini doğanın aklına gelmemiş ya da gelmeyecek olan başka malzemelerle birleştirmeye karar verdiğimde dağlar, ovalar ve deniz kıyılarına hırdavat çarşıları, endüstriyel çöplükler ve aksesuar pazarları gibi yeni av alanları da katıldı. Her yer bir zamanlar işe yaramış veya yaramamış, aranırsa içinde gizil bir güzellik bulunabilecek sayısız nesnelerle doluydu. Şimdi artık tuhaf şeyler tanımını biraz daha daraltmak mümkündü. Kendi başına sergilenebilecek veya başka bir şeye eşlik edebilecek her nesne bu kapsama giriyordu.



Ağaçların endüstriyel ürünlerle buluşması

6a  Kabara ve vidalar,











6b  kendi istediği biçimde katılaşmış kalay damlaları ve

6c  Büyükada parke taşları üstünde kullanılarak aşınmış at nalı çivileri

İşlemede kullandığım araç ve gereçler basit şeylerdi. İyi bir el çakısı bu işin olmazsa olmazıydı. Testere, ağaç törpüsü, metal eğesi, küçük bir el matkabı, küçük bir mengene, pense, tornavidalar ve zımpara yeterliydi. Üretilen şeyler avuç içine sığabilecek heykelcikler ve kolyeler olduğu için özel bir tezgah ve atölyeye de ihtiyaç yoktu.  Tabii bir de yeterli zaman ve “helva yapma” becerisi gerekliydi.




Ağaçların yöresel kültürlerle buluşması


7a, 7b, 7c  Çeşitli renklerdeki ağaç parçaları ile denizin şekillendirdiği bir kiremit parçasının Orta Asya veya Orta Anadolu’nun bir yerinden gelmiş at püskülleriyle dansı

 











7d, 7e ve 7f  Uzak Doğuda sabırla işlenen kemik ve yarı değerli taştan boncuklar, Orta Asya veya Ana doludan derlenmiş pişmiş kil misketler de bu ağaçların doğal yoldaşları gibiydi.




7g  Türkmenistan’daki halk sanatı örneklerinden seçilerek yeniden düzenlenmiş bir eski zaman takısının ağaçla birlikte yorumlanması

Türkiye’de Switzer ve Jeneba gibi değerli hocaların 1960’larda ODTÜ Mimarlıkta başlattığı Temel Tasarım derslerindeki ilkeler böyle bir uğraşın altyapısını oluşturmak için yeterliydi. Temel Tasarım (Basic Design) derslerinin amacını “Yolboyu ’50, ’60, ve ‘70’li Yıllar” adındaki anı kitabımda aynen:

“Herhangi bir şeyle onun kendi bileşenleri ve onu çevreleyen diğer şeyler arasındaki etkileşimi denge, ölçek, orantı ve bağdaşıklık gibi ölçütler temelinde anlayabilme ve bunları her boyutta yorumlayabilme becerisi kazandırmak”

Olarak Tanımlamışım. Mimarlık da özünde, bir şeyleri bir araya getirme sanatı olduğuna göre bu ilkelerin mimarlık dahil plastik sanatların birçok dalı için ortak bir çıkış noktası olduğunu kabul etmek gerekir.

Ağaçların Altınla Buluşması:


8a ve 8b  Burada dikdörtgen biçimle sınırlandırılmış şeftali çekirdekleri mikronlarla ölçülebilecek kalınlıktaki 23 ayar altınla buluşuyor.



8c  Burada da kendi dinamikleriyle yay biçiminde kıvrılan ağaca preslenerek elde edilmiş 24 ayar altın pestili ve akik taşlar eşlik ediyor.







Altın her ne kadar çok değerli bir maden ise de buradaki seçim onun kredisinden değil güzelliğinden yararlanmak içindir. Kaldı ki buradaki miktarları yüksek maliyetler yaratacak oranda değildir.    

Denge için özel bir parantez açmak gerekir. Doğanın bizim simgesel algılarımızla ilgili bir kaygısı ve simetri takıntısı yoktur ama denge bütün evreni bağlar. Dengenin temelinde de yerçekimi vardır. Ayakta duran nesne ne kadar karmaşık olursa olsun insan gözü onun ağırlık merkezini algılayarak dengede olup olmadığını anlar. Mobil heykellerde olduğu gibi asimetrik düzenlemelerde de otomatik olarak farklı unsurlara farklı özgül ağırlıklar tayin edebilir. Bunu göz nünde bulundurduğumuzda ortaya çıkan heykelcileri en aykırı yerlerinden birkaç santimetrelik tabanlar üzerinde bile dengelemek mümkündür. Böyle durumlarda kullandığım yöntem altlıklara sabitlemeden önce, deneme yanılma yöntemi ya da bir iple yukarıdan asarak devrilmeden ayakta kalabilmesini sağlamaktır.     

Sonuç olarak, bütün bu alçakgönüllü uğraşta farkına vardığım basit gerçekleri özetlemem gerekirse şunları söyleyebilirim:

·       Arayanlar için güzellik her yerde ve her şeydedir.

·       Onu anlamak ve anlatmak için pahalı nesnelerin desteğine ihtiyaç yoktur.

·       Bilinen sembollerin ve tekrarlanan biçimlerin dışına çıkıldığında özgürlük artmaktadır.

·       Doğanın “sofrasından  yararlanmak için yerleşik sanat dallarında olduğu gibi mutlaka doğuştan gelen özel beceriler gerekmez. Öğrenilmiş disiplinler ve sağlam bir tasarım öngörüsü çoğu zaman yeterlidir.

Burada örnekleri sergilenen şeylerin tümünün parasal maliyetleri ihmal edilebilir düzeydedir.  Seçtiğim masa üstü veya kolye ölçeği de yaşıma ve olanaklarıma uygun pratik nedenlerledir.  Kolyeler bağlamında ise kullanım süreleri içinde sergilenecekleri ortamlardan daha güzel bir yer düşünemediğimi de söylemek isterim.

Yücel Akyürek    

 



2 yorum:

  1. Bilgelik ile işlenmiş bir yazı...

    YanıtlaSil
  2. Arayan için güzellik her yerde ve her şeydedir. Evet, arayan için.

    Deniz Küstü romanında Yaşar Kemal lodosçuları şöyle anlatır:

    ‘’Her lodos sonu rüzgar denizin altını üstüne getirdikten, deniz dibinin kumunu, çakılını, yosununu, kabuğunu, taşını alıp kıyıya döktükten sonra lodosçulara gün doğar.Daha gün ağarırken denizin altı apaydınlık olur, ışıklar yansıyarak birkaç misli çoğalır ve lodosçuların şahin gözleri işe yarayacak öteberileri seçmekte güçlük çekmez.’’

    Yücel de lodosçu ama başka tür. Şahin gözleriyle her yerde güzellik görüp topluyor.
    Daha doğrusu Yücel geçerken bazı nesneler O duysun diye ‘’tanrım beni baştan yarat’’ şarkısını söylüyor. Yücel de usta dokunuşlarla onların dileklerini yerine getiriyor. Bir tür estetik cerrah, canavar değil güzellik yaratan bir Dr.Frankenstein.
    Dr. Nietsneknarf mı desek ?
    İyi ki varsın Yücel...

    YanıtlaSil

Yorumunuz okunduktan sonra yayınlanır. Yorumunuzun altına ad ve soyadınızı yazınız, Kimliği belirsiz yorumlar yayınlanmaz.

ÖNE ÇIKAN YAYIN

And They Died / Gün Gencer

  AND THEY DIED (THE ROAD TO GALLIPOLI) (ÇANAKKALE SAVAŞINA GİDEN YOL) A TRAGEDY IN THREE ACTS  (A Docu-drama with music written in memory o...