İlginizi çekmeyebilir ‘özyazım’dır
Benim gibi altmışlı yıllarda, Ali Püsküllüoğlu’nun “Öz Türkçe Sözlüğü”yle laf yarıştırmış biri için “Selfie” özçekim ne ise “kendine yazım”da “özyazım” dır.
Bugün biraz Mimarlık ve onun yaşam felsefeleri ve diğer disiplinlere olan etkisi üzerine kendimce biraz dağıtacağım, artık siz toparlarsınız. Epeydir uygulamadan çekildiğim için olsa gerek, artık yapamayan anlatırmış misali, mimarlık üzerine yazmaya verdim kendimi. Her zaman derim mimar mimardır. Pratikte tasarlayamıyor, çizemiyor, uygulayamıyor ise düşünsel platformda değerlendirmeler pek ala yapılabilir. Gökyüzünü maviye boyamaya benzemez bu iş, ciddi uğraş gerektirir. Mimarlık daima uygarlığın giysisi konumundadır.
Felsefe, eski
Yunancada “Philosophus” Bilgelik Aşığı” anlamına gelir. Montaigne ise “Felsefe
yapmak, ölmeyi bilmektir” der. Mimar Louis Kahn ise “Mimarlık doğanın
yapamadığını yapmaktır” der. Nasıl ki mimar her çizdiğinin, inşaa ettiğinin
sorumluluğunu taşımalıysa, yaşama dair felsefe yaparken, düşünce belirlerken de
lafının nereye gittiğini bilmesi gerekir. Hataları günün sonunda toprak altında
kalan doktorlardan daha fazla zorlanır mimarlar. Zira mimarın olası hataları
yeryüzünde kalır ve ömür boyu silinmez. Mühendisler “Bana ne mimar böyle
çizmiş” diyerek sıyırabilir, ancak atlet komple proje sorumlusu mimarın
kaçarı yoktur. Ayrıca mimarın projesini yaratmaktaki başarısı, kültürü
iyi özümsemesine, çevreyi iyi algılamasına ve toplumun sosyal yapısını
iyi analiz etmesine bağlıdır. Aslında kültür bir anlamda da uygarlığın akan bir
ırmağı, mimari de adeta onun parıldayan bir aynası olmuştur.
Zor meslektir
mimarlık…
Dolaşalım biraz düşün dünyasında. Malum; konuyu bağlamayı beceremezsen içeriğe mahkum kalırsın. Ben anlatayım de siz bunun mimarlıkla bağlantısını kurun. İpucunu şöyle vereyim. Mimara ilk öğretilen tanrının detaylarda gizli olduğudur. Satır aralarını okuyarak, vurgulamak istediğim, inşa etmeye çalıştım gerçekleri bulacaksınız. Varoluşçu edebiyatın “futbolcusu”, saçmanın babası, düşüncesi kanayan yazar olarak tanımlanan Albert Camus, politik, ancak 1960’da araba kazasında ölümünden sonra 1970’de basılan ilk kitabı “Mutlu Ölüm” de gelecek yıllarda ki yazıları için birtakım notlar tutmuş, kendi yazgısına egemen olan özgürlüğünü savunmuştu. Yapıttan daha çok ilerdeki yazıları için belgeler derlemişti.
Daha
sonra yazdığı ünlü “Yabancı” kitabının kahramanı Mersault kendisine “mutlu
musun” diye soran sevgilisi Catherine’i şöyle yanıtlar; “Seçmek ve
istediğini serbestçe yapmak zorunda olduğunu, mutluluk için bir takım
şartların gerektiğini düşünmekle yanılıyorsun. Önemli olan
mutluluğu istemektir. Bu çok büyük ve her an var olan bir bilinçtir. Gerisi,
sanat, başarı, hepsi bahane. Üzerine nakış işlenecek bir kanaviçe.” der ve
başka bir yerde cahil cesaretini tavsiye ederek şöyle ekler; “… mutlu
yaşantıyı kusursuz hale getirmek için minimum bilgisizlik gereklidir. Buna
sahip olmayanlar, onu arayıp bulmalıdırlar, bilgisizliğin kazanılması
şarttır.”.
Kazanılmış cehaletle kitleler mesut mutlu yaşarken, rahatsız mimarlar Camus’nun “Sissofes Efsanesi”nde anlattığı gibi; düşeceğini bile bile koca kayayı yokuş yukarı itip dururlar…
Güzel yazı Ünal. Kalemine, kafana sağlık. ''Kazanılmış cehalet'' deyimi ne kadar anlamlı.
YanıtlaSilBu arada, ışıklar içinde yatası can dostum Atila Yücel 2017 yazında Suha'nın Bodrum Mimarlık Kitaplığı'nda ''Mimarlık bir Meslek Değildir'' başlıklı bir konuşma yapmıştı. İlintili. Youtube'da var.
https://www.youtube.com/watch?v=4DDz6E11-bU
Yorumu imzalamamışım, özür.
YanıtlaSilO Ü