İKİ FIŞFIŞ BİR
PUFPUF
(KEBABİSTAN’A HAYALÎ SEYAHAT)
Bu yazıda, pandemi sıkıntısının ürünü olan ‘’Hayalî
Seyahatler’’in dördüncüsü anlatılıyor. Özgünü
‘’Kebabistan’’ başlığıyla yazılmıştı
(9/’20) Bu versiyonu 7/’21 .
Hayalî Seyahatler’in ilki hayalî ülke Pandispanya’ya idi. Onun anlatısı Sadık Mercangöz’ün Orfeyus
Arafta Blog sitesinde okunabilir.
https://orfeyusarafta.blogspot.com/p/pandispanyadan-dus-dunyasnda-geziler.html
Aylardan Eylül. Evin arkasındaki
çayırlık yamaçta koca koca çınarlar ve apartman boyunda sedir çamları
var. Balkon onların gölgesinde. Şezlonga uzanmış yatıyorum. Canım da nasıl
kebap çekiyor, o kadar olur yani. Körolası pandemide evden çıkamıyoruz ki. Bugün
de balkondayız, çaresiz.
Yaz başında bir gün yine böyle balkonda
yatarken sıkıntıdan Cingildere’ye gidiyordum. Yenikapı’dan açıldıktan az sonra Sandalcı Abbas "beyim, gidiyoruz ama Cingildere’de
pek bir şey yok. Söylemedi deme" demişti. Konuşmayı "Cingildere Cingildere diye yere göğe
konduramadıkları yer aslında çayı soğuk, birası ılık, tilkinin bakır tükürdüğü
bir ada parçasıdır. Yemeği memeği hiçbir şeye benzemez. Havası dersen gün aşırı
ya sis ya yağmur. Sen gel de biz sonyazda
Kebabistan’a gidelim" diye
sürdürdü.
O gün yol boyu hem kürek çekti, hem durmadan konuştu Abbas. Bir cümle, bir kürek, bir nefes. Bir cümle, bir fış
fış, bir puf. Kebabistan’ı anlattı da
anlattı.
" Kebabistan’ın havası sonyazda
limonata gibidir beyim, fış, puf.
Her köşede bir mangal, fış, puf.
Her mangalda bir yürek, fış, puf.
Böbrek, fış fış.
Kuzuluk, puf.
Billur ve her türlü sakat at vardır,
fış, puf. (Pardon, "sakatat ayrı
yazılmaz, bitişik yazılır" dedi Arnavut
ciğerci Hüsmen amca)
Kızarır da kızarır, kızarır da
kızarır, puf puf.
Bin türlüsü olur Kebabistan’da
kebabın, fış, puf."
Bıraktı kürekleri, terini sildi.
"Acılısı, acısızı, sadesi, yoğurtlusu, maydanozlusu, soslusu, tavadaki,
saçtaki, güveçteki, şişteki, çiği, pişmişi, lavaş ekmeklisi, pidelisi,
ekşilisi, nanelisi ve daha nelisi nelisi. Velhasıl elini sallasan ellisi. Mangaldan çıkan duman dağılır, mahalleye yayılır da kebabın havasını soluyan kokusuna
bayılır, acıktıkça acıkır, açlıktan içi
kıyılır. Artık tutmayın onu."
Bu bizim Abbas da sanki şair yahu. Şu
ifadeye bak!
Tekrar küreklere asıldı.
"Beyim, ne bostan, ne destan, ne pantolon, ne fistan. Bir başkadır Kebabistan, fış fış puf puf.’’
Herif
kafiyesiz konuşamıyor, bir de coştu mu susmuyor. Nasıl da bilgili. Sanki Yenikapı’da
sandalcı değil de Emil Galip Sandalcı.
"Aman ha beyim, Kebabistan’a gitmeden önce rahmetli Sabahattin Ali’nin Sırça Köşk’ünü okumayı sakın unutma. Fış. Puf. Taa 1947 yılında yayınlandı ilk kez Sırça Köşk. Öyküde kebaptan söz eder Ali."
Dedim
ya, bu bizim Sandalcı Abbas değişik bir adam. Nasıl bilir böyle şeyleri, nereden bulur, bilmem. İnanılmaz.
Neyse. Cingildere’den sonra Kebabistan -daha doğrusu kebaplar- hep aklımdaydı ama yaz sıcağında kendi kendime "Abbas sonyaz dediyse vardır bir bildiği" diyordum. Bu Eylül sabahı kısıtlamalar nedeniyle balkonda zoraki yatarken eh artık zamanıdır dedim, gözlerimi kapattım, Kebabistan’a gitmek için Yenikapı’ya indim. Sandalcıyı buldum. "Haydi Abbas" dedim "vakit tamam. Kur bakalım çilingir sofr... ay pardon, o başka Abbas. Asıl bakalım küreklere. Kebabistan’a gidiyoruz."
"Emrin olur Hocam" dedi.
Sandala yerleştim. Abbas küreklere davrandı.
Yenikapı’dan çıktık yola. Kıyıdan biraz
açılmıştık ki her zamanki gibi Abbas
başladı öyküye, masala. "Beyim bizim bu Yenikapı’nın adı nerden gelir, biliyor
musun", "Hayır, nereden bileyim?". "İyi o zaman, bak anlatayım" diye
başladı. Anlatma diyecek değilim ya. "Anlat bakalım" dedim. Maksat
vakit geçsin. "Efendim, şimdi şöyle:
Hani tarihteki Padişahlarımız Efendilerimizden Dördüncü Murat Han
Hazretleri var ya. Adam durduk yerde ota bota yasak koyarmış. Fış. Puf. Aslında en büyük ayyaş, en onulmaz tiryaki
kendisi. İçki onda, sıçkı onda, kumar
onda, sonra efendim enfiye, esrar, kadın, kumar, hepsi onda. Fış. Puf. Derler ki bir
gün pat diye hepsini bırakmış, tümünü halka da yasaklamış mı sana ? Puf. Adam
koskoca padişah. İstediğini yasaklar elbet ama bir gün sabahleyin erken erken tömbekisiz
tütünsüz enfiyesiz
dansözsüz somur somur somurturken adama birden heyheyler esmiş. Fış. Puf. "Bundan böyle topraklarımda falcılık yapmak
da memnudur, emrimi dinlemeyenin boynu vurulur anladın mı" diye kalkmış, direklere renkli resimli ferman
afişleri astırmış. Emir demiri keser arkadaş. Puf. Falcılık da anında şıpadanak
kesilmiş. Kesilmiş ama falcıların gelir kaynağı da elden gitmiş. Fış. Puf.
Falcı dediklerin evlere temizliğe gidemez, pazarda don gömlek satamaz, ne
etsinler ne eylesinler? Çocuklar evde yorganları mı yesinler? Puf. Adamlar bu
iş böyle gitmez demişler. Padişah efendi topraklarında fal bakmayı yasakladı
ama sulardan söz etmedi. Demek ki fal yasağı deniz üstünde geçmez. Fış fış. Puf. Gelmiş iskeleye bütün falcılar,
remilciler. Fal baktırmak isteyenlerle anlaşıp
birlikte sandala doluşuyorlar. Kıyıdan açılınca başlıyor bal gibi fal. Fış. İşte bu iş bu kadar, bizde yasağın mumu
yatsıya kadar yanar, öyle değil mi?
Puf. Bir gün fal baktırmak için
iki kişi binmiş bir sandala. Fış fış. Puf. Sandalcının gözü ısırıyormuş adamları ama pek
çıkaramamış. Kıyıdan açılınca adam
falcıya "bak bakalım falcıbaşı, neyse halim o çıksın falim" demiş. Falcı bir
remil atmış. Yüzü asılmış. "Ağam" demiş, "sen önemli birisin, yanındaki de
öyle." Puf. Falı baktıran belli belirsiz gülümsüyor, anlaşılan hoşuna gitmiş
falcının dedikleri. "Devam et" demiş, "devam
et". Falcı bir remil daha atmış. Okur okumaz
bembeyaz kesilmiş, "anam!" demiş, "yahu sen padişahsın, yanındaki de
sadrazam! Öldüm ben!" Puf. Herif gerçekten Sultan Muratmış, iyi mi? Tebdil-i
kıyafet etmiş, yani şimdiki deyişle başka kılıkla ortalığı teftiş ediyor. Fış. Puf. Hem falcıya
hem sandalcıya "demek yasağımı
delersiniz ha? Yaktım çıranızı" demiş.
Sandalcı dayanamamış. Murat nasıl olsa boynunu vurduracak. Öyle de öldük, böyle
de demiş. Puf. Başlamış bağırmaya. "Padişahsan padişahsın be! Ne yani? Kasılıp
durma, manyak! Falcılığı topraklarında
yasakladın, sulardan söz etmedin ki. Sen memleketin sahibiysen ben de bu sandalın sahibiyim. Senin sözün
karada geçer, burada benimki. Haddini
bil arkadaş! Padişah dediğin
traktör ay pardon diktatör değildir,
anladın mı sultan hıyarüddin?" Fış.
Puf. Murat Han sandalcıyı tepeden tırnağa şöyle bir süzmüş. "Eyy herif-i
naşerif’’ demiş, "asıl hıyar sensin, salak!". Bir yandan da yüzünde
muzip bir ifade var. "Sen kendini bimok sandın ama bana nah bişey yaparsın.
Bir kere Padişah dediğin bal gibi de hem diktatördür, hem de traktör. İster
asar ister keser, isterse de eker biçer, anladın mı kelek? İkincisi de adamlarım kıyıdan mobeseyle seyrediyor,
elini kaldırırsan senin o elini ne yaparlar bir düşün bakalım, şaşkaloz! Dilini
tut yoksa kopartıveririm, ben öyle senin bildiğin ekskavatörlerden
değilim! Dua et ki bu falcı işinin
ehliymiş. Kim olduğumu şırakkadanak bildi. İkinizi de bu kez bağışlayacağım ama
bir şartla." Falcıya dönmüş. "Usta, bak
bir fal daha da bil bakalım ben dönünce şehre hangi kapıdan gireceğim.
Bilirsen yırttın. Bilemezsen gitti kelleleriniz !" Falcı zaten zavallı kendinde değil, tir tir
titriyor. Sandalcı dersen Sultana
dayılanmış ama fırçayı yiyince onda da
yürek pır pır. Fış. Puf. Bütün ümit falcıda. Adam bir remil daha atmış.
Sonra kağıt kalem çıkarıp bir şeyler yazmış. Kağıdı dörde katlayıp "Sultanım" demiş, "falı bu kağıda yazdım
ama saraya girmeden bakma. Sonra ne emredersen boynum kıldan ince." Fış fış puf puf. Padişah falcının kağıdını
kavuğunun kıvrımına tıkıştırmış. İskeleye dönmüşler. Gerçekten de kolağası
molağası hepsi orada. Ellerde yatağanlar, hançerler, kafa kesmeye
hazırlar. Murat "bırakın" demiş, tahtırevana binmiş gitmiş. Puf puf da puf puf.
Abbas sustu. Biraz soluklanıyor.
Yenikapı adının nerden geldiğini anlatayım diye başlamıştı ama anlaşılan
oraya gelmeden ya yoruldu, ya da konuyu dağıttı, unuttu. Bense iyiden
iyiye meraklanmıştım. "Eee, hani Yenikapı?". "Dur hocam" dedi, "anlatacağım". Bir yudum su içti. Tekrar başladı.
"Ertesi gün Sultan gene iskeleye geliyor. "Hey, reyiz!" diye sandalcıyı çağırıyor. Sandalcı koşup el
etek öpüyor. "Falcıyı çağır, gelsin, bana da şurdan bir orta kahve söyle
bakayım"’ diyor Murat. Padişah bu,
yasağı koyar da kaldırır da. Kahveci Murtaza dersen zaten yasağı hiç
dinlememiş, Padişah daha köşeden
gelirken cezveyi maltıza sürmüş bile. Az
sonra sandalcı falcıyla dönüyor. İkisi de süklüm püklüm. Padişah kahveden bir
fırt çektikten sonra cebinden bir paket Toblerone çukulata çıkarıyor. Hart diye
koca bir parça koparıp, ağzına atıyor. Bizimkilere de tutuyor. "İçkiyi miçkiyi
bırakınca buna başladım ama bu gidişle yakında
göbekleneceğim galiba"diyor. Sandalcıyla falcı heyecan içinde beklemekte. Murat ağır ağır "ulan falcı" diyor, "dün
ben denetlemeleri bitirince şehre dönerken senin kapı falı aklıma geldi. Şu
zevepenge (bu sözcük o zaman böyle
yazılırdı, sonradan z ve p yer değiştirdi) bir numara yapayım, mevcut kapılardan
şehre girmeyeyim, şerefsizi yanıltayım da görsün dedim. Buldozercibaşımı çağırdım. Suru deldirdim,
daha önce bizatihi namevcut olan -yani bugünkü deyişle daha önce orada hiç olmayan-
bir kapı açtırdım. Bunu da bilemez ya dedim. Verdiğin kağıdı Sarayda açtım ki
ne yazmışsın?
Padişahım, açtırdığın Yeni Kapı hayırlı olsun! ’’
Murat Han bir kahkaha patlatıp kahveciye dönüyor, "usta! Şu ikisine benden
birer okkalı kahve yap da kendilerine gelsinler. Dünya aleme de duyurun
bilinsin ki bu falcıyla sandalcı dürzüler
kendi oyunumda beni yendiler anasını satayım, gideyim de şu yasakları adam gibi
kaldırayım, zaten ben dahil kimse dinlemiyor’’
dedikten sonra kalkıp gidiyor. Yasak masak da kalmıyor.
İşte sana Yenikapı’nın öyküsü. Bizim bu iskele de taa o zaman buraya padişah fermanıyla yapılmış, kapıyla birlikte. Falcıyla
sandalcıya maaş bile bağlatmış Murat
Han. Ayyaşmış mayyaşmış ama adam iyi gladyatör, pardon diktatörmüş, kim ne
derse desin. Zaten ne varsa bu ayyaşlarda var beyim. Ben bunu bilir bunu söylerim".
Sandalcının masalıyla vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştım. Bir de baktım Kebabistan kıyılarındayız. Mis
gibi kokular geliyor. Tam da kerahat vakti. Sandalcı artık o saatte geri
gidecek değil herhalde. Adamı terkedip
tek başıma Bağdat tamirine girişmek de
bana yakışmaz. Birlikte köşedeki kebabçıya gittik. Bizden başka kimse
yok. Kebapçı "böyle gelin ağalar, o taraf içkisiz’" dedi, balkondaki kırmızı sandalyeli masaya buyur edildik.
Kebapçıda müzik de var. Elbette kebapla ilişkili olacak.
Başka ne olabilir?
Kebabı köz öldürür
Sürmeyi göz öldürür
Yiğidi kılıç kesmez balam
Bir acı söz öldürür
Ocaktaki usta "izin verirseniz ben size ortaya karışık yapacağım, memnun kalırsınız" dedi. Eh, ustanın eli tutulmaz. Öyle olsun dedik. Az sonra masaya koca bir
ortaya karışık geldi. Usta özenmiş, bezenmiş, öyle bir ortaya karışık yapmış ki
içinde ne ararsan var. Kebap değil neredeyse Picasso’nun Guernica’sı, ya da ustanın hayat hikâyesi mübarek. Tablo
gibi. Yemeğe kıyamazsın ama hapur hopur yedik elbette.
Ortaya karışığı bitirdiğimizde ikimiz de tıka basa doymuştuk ama
tatlısız olur mu? Usta gene güzel bir çıkma yaptı, bir küçük tepsi havuç
dilimi koydu masaya. Onu da gövdeye
indirince ne yalan söyleyeyim tuzlusu tatlısı derken Abbas da ben de gebe çakallar
gibi olmuştuk.
Böylece bir seyahati daha tatlıya
bağlayarak bitirdik. Şimdi balkonda kestirmeye devam. Böylece istediğim yere gidiyorum anasını
satayım. Pandemi kısıtlamalarının canı cehenneme.
Kuşlar da ne güzel ötüyor. Cıvıl cıvıl.
Ohhh.
***
Bu kadar mı keyifli bir öykü olur? Kelime oyunları çok yaratıcı, çok eğlenceli.. Pek çok sebepten içimizin karardığı bugünlerde ruhumuz aydınlandı. İştahımız da açıldı tabi ki.
YanıtlaSilHer okuyucu adına peşinen teşekkür ediyorum.
YanıtlaSilSağol Puna. Tüm beğeni ve övgüler çok değerlidir ama diğer yazarlardan gelenler daha da öyle. Eksik olma / olmayın.
OÜ