KÜBA
yazılır DEVRİM okunur
Baskıya
dayanamayanların adası Küba
Başkaldırmak genlerinde var…
Kadıköy
Maarif Koleji hazırlık sınıfındayken fazla tekrarladığımız olaylar için
kullandığımız "dersimiz matematik hocamız otomatik" diye bir tekerlememiz
vardı. Pişirip pişirip, hatta zaman zaman altını ısıtıp Küba’ya dair yazmaktan
sıkılmam ben. #EvdeKalKültürleKal bol zamanından istifade yoğunlaştığım Küba
külliyatında bugün Kristof Kolomb’un, Amerika niyetine 1492’de keşfettiği
Karayiplerin korsan adasının başkaldırı tarihini, daha doğrusu adanın baskıya
baş eğmez iklimini anlatacağım. Kolomp bir hayli şaşkınmış aslında. Önce adayı
Amerika sanmış. Küba adasını köprübaşı yaptıktan sonra 90 deniz mili ötedeki ana
kıtaya çıkınca; ‘Hindistan’ı buldum diye’ karşısına çıkan yerlilere ‘İndians’
demesi de keşiflerini nasıl Allaha emanet yaptığını çok güzel
anlatır.
Kargaşanın
kaynağı olmuş; tam beş yüzyıl işkal altında kalmış fakat insanları
özgürlüklerinden asla vazgeçmemişlerdir. Her
zaman dünya güçlerinin göz diktiği ülke olmuştur. İlk fetheden İspanya oldu.
Küba'daki insan hayatının ilk izi 4000 yıl öncesine dayanır. Tütün kullanıp
içen ilk ulustur. Kristof Kolomb İspanya Krallığı adına adada köleliği de
yasaklayarak fethini gerçekleştirdi. İspanyollar yerleri asimile ederek
ailelerini aldılar. Ama Avrupa'dan getirdikleri kızamık ve bunun gibi bulaşıcı
hastalıklar yüzünden birkaç yıl içinde Küba yerlerinin %90 öldü. Karayiplerin
anahtar bölgesi Havana İspanyol krallığının orta Amerika'daki köşe taşı oldu.
İspanyolların orta Amerika'daki sömürgelerinden elde ettikleri, havalimanından
Avrupa'ya sevk edilirdi. 16. Yüzyılda tütün adanın ana ihracat kalemiydi.
Avrupa tütünü Küba ile tanıdığından dolayı adaya Tütün Adası derlerdi. Yerliler
tütün tarlalarında çalışırlardı ancak 100 yıl içerisinde Karayip yerlilerinin çoğu
öldürüldü. Vicdansız tüccarlar köle açığının çözümünü Afrika'nın köle
pazarlarında buldular. Yaklaşık 2 milyon köle getirildi. 1805 de Fransız
Haiti'nin şeker tarlalarında çalışanlar isyan edince şeker endüstrisi yok oldu.
Kübalılar fırsatı kaçırmadılar. Mülteci çiftlik sahiplerini sıcak
karşıladılar. 1850 de İspanya şeker endüstrisini Küba'ya taşıdı, Küba en büyük
şeker ihracatçısı oldu.
Bugün Kübalıların yüzde 60'ının nesli kölelerden oluşur. Ve onların alın teri döktükleri kanları Küba'nın devrimci ruhunu oluşturur. Şekerin en büyük müşterisi Amerikan Birleşik Devletleriydi. İspanyollar koloni düzenini sürdürebilmek için köleliği desteklediler. Azınlık beyazlar kentlerde zenginleşirken köle siyah çoğunluk kırsalda fakirleşti. Bu ters orantı Ada'nın toplumsal patlamalarını fişekleyen denklem oldu. Bir zamanlar Fahri Konsolosu olduğum Küba’ya dair ne var ne yoksa sular seller gibi bildiğimi sanırdım.. ‘Puro bahane Fidel’in Küba’sı şahaneydi’ başlığı altında üç yıl önce yaşanmışlıklarımı yazmıştım… (https://sonsoz.com.tr/puro-bahane-fidelin-kubasi-sahaneydi/)
Hiç bir şekilde hiç bir karartmayan, zorluklar karşısında pes etmemenin kitabını yazmış, bir ulus adamdan bahsetmek istiyorum. Fidel Castro… Karayiplerin ünlü korsan beşiği adası Küba’nın geçen yüzyıla devrim beşiği olarak yazılmasını sağlamış lider. Bir avuç dava arkadaşıyla sadece Küba’nın değil, Latin Amerika’nın hatta dünyadaki bütün ezilmiş halkların sesi oldu. Sevildiği kadar nefret edildi. Ülke ve Castro adının tarif ettiği gibi Fidel (bağlılık) kaldılar birbirlerine. Dönemi sıcak yaşayanlardan dinleyip, olabildiğince tarafsız değerlendirince takip eden yazılarla DEVRİM ADASI KÜBA gerçeğini kayda geçmenin yakın dünya tarihine ışık tutacağını düşünüyorum.
Önce bahsettiğim yazıda neler yazmışım onu görelim; “Emperyalist ABD’nin süper güç olma yolunda ilk defa 1956’da İstanbul ve Havana’da eşzamanlı Hilton Otellerini açtığını bilir misiniz? Menderes ve Batista’yı komünizme karşı var gücüyle destekledi ABD. İkisinin de ülke yönetimlerini savsaklaması üzerine ilk satan, 1960’da ihtilallerle devrilmelerine göz yumarak, hatta el altından CİA marifetiyle destekleyerek satan da Yankee’ler oldu. Daha sonra 1962’de “nükleer başlıklı füzeler krizinde” ambargo sonrası Sovyetlerle anlaşıp Havana ve Türkiye’deki füzeleri karşılıklı sökerek her iki ülkeyi birlikte satan da iki süper güç oldular.
68 devrimci gençliği olarak rol modelimiz Fidel Castro ve arkadaşları
oldu. Bir avuç commarade/ yoldaşıyla La Granma teknesiyle Meksika’dan yola
çıkışları bize Bandırma Vapuruyla Samsun’a yola koyulan Mustafa Kemal’i
çağrıştırdı. “Onlar yaptı bizde yaparız” sloganımız, Kondra’nın ünlü bereli
Ernesto Che Guevara resmi, afişimizdi. ODTÜ Mimarlık Fakültesi fotoğraf
atölyesinde rahmetli İbrahim Niyazioğlu’yla resmin ipek baskı kopyalarını
çoğaltıp afişe çıkardık. O yılların kır ve şehir gerillası açılımlarının esin
kaynağı Küba’yı Amerika’nın arka bahçesi olmaktan kurtaran gerillalardı. Onlar
toprak ağalarının esiri olarak ezilen halklarını mezalimden kurtarırken biz
Osmanlı tortusundaki halkımızı yanımıza alamadık. Devrimin kaynağına gittim. Amerikan
ambargosuna yarım asır direnen Fidel Castro ve Küba, Sovyetler de yardımı
kesince ekonomisini şeker kamışı ve tütünüyle ayakta tutabildi. Yıllar sonra
devrimci rol modelimizle yollarımız kesişti. Birbirimiz çok iyi anladık. Havana
cazibesiyle önce Küba Fahri Konsolosu oldum. Levent’teki ofisimde gururla
bayraklarını dalgalandırarak vize vermeye, insanlarımızı Havana’yla
tanıştırmaya başladım. Eş zamanlı olarak Etiler Nispetiye’de La Casa del
Habano’yu açarak ülkeyi gerçek Küba purosuyla tanıştırdım. O güne kadar sadece
meraklısının kaçak yollarla İsviçre’den getirebildiği Havana purosu miladını
yaşadı. Fidel Castro mağazanın açılışını yaptı. Orada kendisine Atamızın
resmini hediye edip onun devrimlerini anlatmaya çalışırken lafımı keserek.
“Bana anlatma, biz devrim yapmayı ondan öğrendik” demesi hala kulaklarımdadır.
Puro yanı sıra iki ülke arasında karşılıklı ticaret anlaşmaları yaparak,
Havana’ya direk THY uçuşları başlatarak, Küba’ya manevi bağımın karşılığını
vermeye çok çalıştım. El hak Fidel Castro yaşamı boyu emperyalizme hiç boyun
eğmedi. Amerika’dan 60 deniz mili ötesinde ki özgür adasının bağımsızlığını
sonuna kadar “Hasta Siempre/seninle sonsuza kadar” diyerek korudu.” …mu acaba, yoksa Fidel sonrası KÜBA DÜŞTÜ mü? Gelecek yazıda bazı cevaplar buluruz.
Yazarın geçen yazısına yorumda Küba/püro/mimarlık ilintilerini konu almıştık. Bu kez biraz değişik ilintilere değinelim:
YanıtlaSil1- Kolombiya’nın çeşitli ülkelerde elçilik yapmış bir dışişleri görevlisi var. Adı Mauricio Obregon. 1921 yılında İspanya’da doğmuş. Sonradan Kolombiyalı olmuş. 1998’de Kolombiya’dan da öbür dünyaya göçmüş. Adamın yayınlanmış kitapları var. Bir tanesi 1991 tarihli : The Columbus Papers,The Barcelona Letter of 1493, New York: McMillan Co.,1991.
2- Dr Yousef Mroueh 1934 Lübnan doğumlu. O da Obregon’unkine benzer bir çizgiyle sonradan Kanada’ya yerleşmiş. Fizikçi (radiation control and non-destructive testing of materials) ama Arap ve İslam bilimleri tarihi konusunda yazıları mazıları var. Pek çok şeyi ve bu arada Amerika kıtasını Müslüman Araplar keşfetti diyor. İddiasının dayanaklarından biri Obregon’un adı geçen kitabı. 1996 yılındaki bir raporda Mroueh Obregon’a yollama yaparak Columbus’un 1492 yılında Küba’nın Kuzey Doğu kıyısı açıklarından geçerken bir tepede cami gördüğünü, bunun da Küba’ya o tarihte müslümanların çoktaaaan yerleşmiş olduğunu kanıtladığını ileri sürüyor.
(https://www.beautifulislam.net/history/muslims_americas.htm)
3- Recep Tayyip Erdoğan ise 1954 yılında Kasımpaşa’da dünyaya geldi. 60 yıl sonra, 2014 yılında, Latin Amerikalı müslüman liderleri İstanbul’da topladı, Amerikayı Müslümanların Columbus’tan önce taa 1178 yılında keşfettiğini söyledi. Kanıt (değilse de destek) olarak Mroueh’in Obregon’dan ‘’Columbus’un kıyıdaki tepelerde bir cami gördüğü’’ alıntısını (?) ortaya koydu. Bunun üzerine pek çok ülkedeki tarihçi vd bilim insanları ve BBC’den Washington Post’a dek yığınla yayın organı ‘’hoop, van münit… Kazın ayağı öyle değil. Columbus’un günlüklerinde (Obregon’un kitabı) sadece ‘Küba kıyılarındaki tepelerin cami kubbeleri gibi yuvarlak oldukları’ benzetmesi (yani teşbihi) yapılıyor, tepede cami var denmiyor, dalga geçmeyelim ‘’ dediler.
(https://www.bbc.com/news/world-europe-30067490)
(https://www.washingtonpost.com/news/worldviews/wp/2014/11/15/muslims-discovered-america-before-columbus-claims-turkeys-erdogan/)
Evet, teşbihte hata olmaz, teşbih teşbittir. Hata, ‘’teşbih’’i ‘’tespit’’ sanmaktır. ''Gördüğümüz tepeler cami kubbesine benziyor'' demek ''bu tepede bir cami gördük'' demek değildir. Bu saptırma ile Küba'ya bir cami hediye edilmiş midir acep?
Yazdıkları etrafında ukalâlık dansı etme fırsatı yarattığı için Yazara teşekkürler.
O
Hoş bir hatırlatma olmuş Okan hocam. Dinler arasındaki yarışta Müslüman kâşiflerin hakkı yenmiş olmalı. Buradan yola çıkarak Allah muhafaza, geçen yüz yıllar içinde adadan Müslümanların kökü kazınmış diye bir sonuca da varılabilirdi. Kanıt mı? Caz şarkıcısı mesela, İbrahim Ferrer. Bir tek o kalmış denebilirdi. Sadık
YanıtlaSilPeki, biraz daha deşelim o zaman:
YanıtlaSilDinler arası yarışın (hadi alış-veriş diyelim) bazı ayrıntıları ilginçtir. Rahmetli Alpay Özdural’ın Ömer Hayyam konulu araştırmalarında bunların bir kısmına yollama var ama aslında taa 750 yılında (Hayyam’dan 250 yıl önce) Abbasiler halifeliği ele geçirip merkezi Şam’dan Bağdat’a taşıdıklarında başlıyor eski Yunan ve Roma dönemi bilimsel birikiminin (Galen, Hipokrat vd) Arapçaya çevrilmesi, aktarılması. Vandallar Roma İmparatorluğunu parçalayıp yerine bir şey koyamayınca Ortaçağ boyu karanlıkta kalan Avrupa’da el feneri bile yokken İslam dünyasının Batı’ya fark atması bundandır. Rönesans’tan sonra tahteravalli oldu işler.
Bu arada Dr Mroueh aynen senin dediğini yapıyor Sadık. Özelde Küba ve genelde Karaiplerdeki yer ve kişi isimlerini çekip çevirip Arapçaya bağlıyor. Bir tek ‘’Sheakespeare aslında Şeyh Zübeyr’dir’’ dememiş ama onu diyen başkaları zaten yok değil. Hadi len dersen de ‘’şaka yaptık canım’’ derler...Bizde de bazan ciddi bazan gayriciddi herşey bize bağlanır ya.. İşte öyle.
Kuzey Amerika ve Karayiplerde Hristiyan misyonerlerin zulmüne tepki olarak hem geçmişte hem de zamanımızda başka inanç sistemlerini benimseyenler oldu, biliyoruz. Kerim Abdülcabbar, Muhammed Ali, Yusuf İslam... Bob Marley’in de Rastafarianizm’e kapılandığını (Etiyopya / Haile Selasiye bağlantısı) unutmayalım. İbrahim Ferrer ise Müslüman değil, Katolik katılığını Afrika kabile inançlarıyla yumuşatan Santerian dinindendi. Ha bizim İbrahim, ha İncil'deki Abraham yani...
Sağlık, selam, sevgi...
O