BU BAŞKALAŞIM BAŞKA KARGALAR GELDİ AŞKA
Bristol, 4/ 2024
Ön açıklama: Kafka’nın özgün başlığı Metemorphosis olan kitabı dilimize hem Dönüşüm hem de Başkalaşım başlıklarıyla birden fazla kez çevrildi. Bu yazıda ‘’Dönüşüm’’ değil “Başkalaşım” sözcüğü kullanılıyor. Metamorphosis’te Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendini nasıl ‘’başkalaşmış’’ ve aile boyu bir hamam böceği olarak bulmuş ise, aynı şey herhangi bir yaratığın da -örneğin çatlak sesli kargaların da- başına gelebilir, değil mi? Bu deneme öyle bir olasılığı dillendiriyor. Yazının biraz hormon soslu olması çeşni katmak içindir. Okurlar bağışlar umarım... OÜ
Bay Kargahan Karagil akşam yemeğinden sonra yuvanın dışına çıktı. Eşi Kargiye, nohut oda bakla sofa yuvanın açık mutfağını temizlerken Kargahan yana doğru uzanan ince dalın çatalına bir gün önce bıraktığı kabak çekirdeklerine uzandı. Sivri, hünerli gagasıyla daldan aldıklarını teker teker çıtlatmaya başladı.
Yuva, hastane bahçesindeki ulu çamlardan sokağa en yakın olanın üst dallarından birindeydi. Bay Karagil yuvanın ilk sahibi olan kumruları korkutup kaçırtarak dala el koymuştu. Karga inancına göre kumrular kargalara hizmet etmek için yaratılmıştı. Daha da açıkçası, kumrular kargaların kölesiydiler. Ne var ki yıllar önce kent çöplüğünü paylaşmış olan iki ayrı karga sürüsü bu konuda anlaşamamış, kuzeydekilerin sürübaşı epey zorlu bir çatışmadan sonra köleliğe son vermişti. Kumrular böylece kölelikten kurtulmuş, boyunlarındaki boyunduruklar çıkarılmıştı ama enselerinde bugün bile görülen siyah tüylü halka geçmişteki köleliklerinin izi olarak kalmıştı. Bu da kuş dünyasında onların hala ikinci sınıf olduklarının belirtisi sayılıyordu ve kargaların çoğu bu durumu açık ya da gizli olarak benimsemekte ve sürdürmekteydiler. Bay Karagil de kumruların yerine yerleşmekte herhangi bir sakınca görmemişti, görmüyordu. Zaten etraftaki kuş türleri arasında kargaların zorbalıklarına karşı durabilen pek de yoktu doğrusu. Yalnız martılar gelebiliyordu kargaların hakkından. Onlar da deniz kuşu olduklarından kıyı yerleşmelerinde bile karadaki çöplükler genellikle kara kargalara kalırdı. Keyifleri yerindeydi yani kargaların.
Kargahan çekirdekleri bitirince arkasına yaslandı. Tam karşıdaki iki katlı ev geçen yıl yenilenirken balkonu sokağa doğru uzatılmış, Bay ve Bayan Karagil’in yuvasından bakınca iyiden iyiye görünür olmuştu. Hele dalın ucuna kadar gidip Kargahan oradan kanadını uzatsa balkon korkuluğuna dokunabilirdi bile. Evde konuk olursa yaz boyunca akşam yemekleri balkonda yenirdi ama Kargahan izlemişti, evin sahibi kadın bir süredir yalnız yaşıyor, balkona da eskisinden daha seyrek çıkıyordu. O akşam kadını balkonda görünce Bay Karagil mutfakta uğraşan eşine seslendi.
‘’Kargiş, bak şu karşı evdeki kadınla ne çok ortak yanımız var.’’
Bayan Kargiye Bay Karagil’in dediğini anlamamış ya da pek anlamlı bulmamış bir ifadeyle yanıtladı.
‘’Hoppala! Nereden çıktı şimdi bu durduk yerde?’’
‘’Hiiiiç. Öyle bakıyordum da..’’
‘’Tamam, tabii ki bakacaksın. Eskiden alfabe kitabında bile ‘karga karga gaak dedi, çık şu dala baak dedi’ yazardı. Sen de dala çıkmışsın, elbet bakarsın. Onu anladık da karşı evdeki kadınla ne ortak yanımız varmış, onu pek yerine oturtamadım.’’
‘’Bak anlatayım. Bir kere onun da bizim de iki ayağımız var. Tamam mı?’’
‘’Eee, ne olmuş ? Kumrular da iki ayaklı ama onlarla ortaklığımız mı var?’’
‘’Aman canım, kumrular başka. Onlar eskiden köleydi, adamdan ay pardon yani kuştan sayılmazlar, biliyorsun.’’
’Ne yani ? Karşıdaki kadın kuştan mı sayılır ?’’
‘’Yaa ne uyumsuz uyumsuz konuşuyorsun be Kargiş, bir düşünsene. Kadının da iki ayağı yok mu?’’
‘’Var ama ben de onu diyorum işte. İki ayağı var diye bizden mi oldu yani ?’’
‘’Hayır, sadece o değil. Bak, onun üstündeki gecelik de siyah renk. Askıları incecik, şey yani önü de pek açık...’’
‘’Haa, senin derdin başka ama salaklık etme. O insan, sen bir kara kargasın. Onun geceliği siyahsa siyah, dekolteyse dekolte. Kadının şeyinden sana ne?’’
‘’Canım, anlatıyorum işte. Onun geceliği de siyah, senin tüylerin de. Onun da iki ayağı var, senin benim de. O da üst katta oturuyor, bizim yuvamız da öyle. Al sana bir sürü ortak nokta.’’
‘’Peki be Kargahan, tamam, diyelim ki öyle. Ne olacak ?’’ ‘
’Bilmem. Daha düşünmedim.’’
’Düşün bakalım o zaman’’.
‘’Düşün düşün, kahvaltıdır işin. Gah gah gah!!’’
‘’Hiç de komik değil!’’
‘’Dur be güzelim, tam yemekten sonra şöyle hayatı biraz hafife alacağım, keyfimi bozma yahu..’’
‘’Peki peki, aman. Keyfine bak bakalım. Ben de dünkü çekirdeklerin içinde başka kırıntı kalmış mı, ona bakayım.’’
‘’Tamam, tamam. Sen işlerine, ben düşlerime...’’
‘’Senin düşten başka yaptığın şey yok zaten. İşleri yapan benim bu yuvada.’’
‘’Ee, boşuna yuvayı dişi kuş yapar denmez kızım. Atalarımız öyle dedi, öyle olacak tabii..’’
Kargahan Karagil tünediği dalda arkasına yaslandı. Kara gözlerini alaca karanlıkta zar zor seçtiği karşıki balkona dikti. ‘’Off be!’’ dedi, kendi kendine. ‘’Şu karşıki balkon da ne kadar çekici geliyor yani, o kadar olur.. Bak o kadın gene çıktı dışarı. Etraftan görünmediğini biliyor ki öyle yarı çıplak oturabiliyor köşedeki sedirde. Şeytan diyor kalk, iki kanat çırp, git balkonun demir korkuluğuna kon. Öyle yapsam ne yapar acaba? Korkutmak da istemem doğrusu. Nedense içimde ona karşı bir yakınlık, nasıl desem, hoş bir duygu var. Bazan keşke yumurtadan insan olarak çıksaydım diyesim geliyor. Ay pardon, benimki de lâf işte. Yahu insan yumurtadan mı çıkar? Evet, insanlar da kendi üreme organlarının bazı kısımlarına –özellikle de dişilerinkine -yumurta diyorlar, o kadar da cahil değiliz herhalde, biliyoruz. Bazı memeli türlerinin erkeklerinin de galiba gerçek adını söylememek için koç yumurtası diye isim taktıkları organları var. Öyle şeyler bizde yok. Bizimki bildiğin yumurta işte. O kadar. Aaa! Yahu dur! Kadın balkondan bana bakıyor. Ne oluyor dersiniz? Ay vallahi içim bir tuhaf oldu. Bak, bak, bak!.. İşaret parmağıyla bana gel gel diyor. Valla rüyamda görsem hayıra yormam ama bu rüya müya değil, bal gibi de gerçek. Kadın çağırıyor işte beni. Haydi bakalım hayırlısı olsun. Kargiye hazır çekirdeklere dalmışken ben de şu beyaz tenli siyah dekolte gecelikli kadının yanına gideyim bakalım kısmetimizin kaşığında ne çıkacak...Vay canına, işe bak...’’
Çağrı üzerine gerçekten de iki kanat çırpışıyla balkon demirine yumuşak iniş yaptı Kargahan Karagil. Beyaz tenli siyah dekolte gecelikli insan dişisi bekliyordu onu, hem de avucunda patlamış mısır taneleriyle. Gözgöze geldiler, aralarında sessiz bir dalgaboyu ortaklığı oluştu. Daha doğrusu o anda kanıtlanmış, netleşmiş oldu. İnsan dişisi avucundaki patlamış mısırları Kargahan’a uzattı. Kargahan gözlerini kadından ayırmadan siyah gagasıyla uzanıp bir tanesini aldı ama yemedi. Kadına geri uzattı. Kadın önce inanamadı: Bir karga, bazı erkeklerden bile daha kibar, daha düşünceli olabilir miydi? Kargahan’ın gagasıyla uzattığı mısır tanesini aldı. O da gözlerini Kargahan’ınkilerden ayırmadan mısırı dudaklarının arasına yerleştirdi. Sonra da eğildi, yüzünü Kargahan’a yaklaştırıp o da kuşun yaptığı gibi dudaklarındaki mısırı onun gagasına uzattı. Kargahan büyük bir ustalıkla kadının dudağındaki mısırı aldı. Kadının avucundakilerin yanına bıraktı. Geldi, siyah başını kadının göğsüne yasladı. Kadın biraz şaşırmıştı ama karganın kendisine böyle yaklaşması olağanüstü bir olaydı, hoşuna gitmemiş de değildi. Her ne kadar çekine çekine de olsa Kargahan’ın başını, boynunu yavaş yavaş okşadı. Sonra kuşu balkondaki masanın üstüne bıraktı. İçeri girip kapıyı kapattı, gitti yattı. Ne var ki, uyuyamadı. Balkonda bıraktığı kuş aklından çıkmıyordu. Hepi topu yüzlercesi havada dolaşıp duran, kimbilir kaç tanesi balkonun önündeki ulu ağaçlarda yuvalanmış şımarık, arsız, gürültücü kargalardan biriydi kara kuş ama nedense bunda sanki farklı, insansı bir kişilik vardı. Olmazdı öyle şey, biliyordu kadın ama gözgöze geldiklerinde bir an için o duyguya kapılmıştı işte. Bunları düşünürken iyiden iyiye kaçtı uykusu. Yatakta bir o yana bir yana dönerken birden dışardan gelen sesten rüzgârın değiştiğini farketti. Burada zaman zaman gecenin geç saatinde bir anda poyraz çıkıverir, yazın en sıcak gününün akşamında bile aniden gelen serinlik balkonda oturanları enikonu ürpertirdi. Yoksa kara kuş hâlâ orada mıydı? Oradaysa üşürdü belki. Dayanamadı. Zaten uyuyası değildi, kalktı, gitti, balkonun camlı kapısından baktı. Evet, kuş oradaydı, bıraktığı yerde duruyordu. Tüyleri kabarmasın diye rüzgâra karşı durmuştu, bir yandan da yan gözle balkon kapısını gözlüyordu. Sokak lambasının soluk ışığında kadının kapıya geldiğini görünce kapıya doğru döndü. Kadın içerde bir kaç saniye duraksadı, sonra sürme kapıyı açtı. Masanın yanına geldi. Kargahanı eline aldı, göğsüne bastırdı. Geri dönüp çabucak içeri girdi. Kuşu girişteki kanapeye bırakıp kapıyı kapattı. Tam odasına yönelirken durdu. Kargahanı tekrar eline aldı. O efe gibi kuş üşümüş, poyrazda büzülmüş, kabadayı hali kalmamış, pek serçeye değilse de adeta kumruya dönmüştü. Zavallıyı göğsüne bastırdı. ‘’Biz’’ dedi, kendi kendine, ‘’soğuklar bastırınca evsiz barksız insanları düşünüp üzülüyoruz da bu kuşcukları hiç aklımıza getirdiğimiz yok! Şuncağıza baksana, titriyor yavrum... Gel canım, ben seni burada bırakamam, seni yatakta bir güzel ısıtırım, gel...’’ Kuş koynunda, kadın yatağa girdi, ışığı söndürüp örtüleri üstlerine çekti. Odanın karanlığında Kargahan’ın gözündeki pırıltıyı, gagasının kenarındaki kıvrımın gülümsemeye benzer bir haz belirtisi olduğunu görmedi, uykuya daldı. Bay Kargahan ise kadının ılık göğsüne yaslandı kaldı.
Balkonun ötesindeki çam ağacında Kargahan’ın eşi Kargiye de ‘’akşam akşam gene kimbilir neyin peşinde gitti bu herif, bıktım artık, gözü hep dışarda’’ diye söylene söylene yüreği daralmıştı. Sonunda ‘’amaan, bana ne yahu, cehennemin dibine dek yolu var! Yarından tezi yok ben de başka birine eş olurum, olur biter’’ deyip arkasını karşı apartmana döndü, yuvanın rüzgâr almayan köşesinde o da uyudu kaldı. Rüyasında arka tepedeki yeldeğirmeninin yıkık duvarlarında gördü kendini. Her nasılsa karga iken baykuş olmuştu. Öbür duvardaki kovukta dünya yakışıklısı bir Bay Baykuş gözlerini dikmiş, sürekli Kargiye’yi gözlüyordu. Kocaman, bal rengi gözleri vardı Bay Baykuş’un. Kargiye, o tatlı bakışlara daha fazla dayanamadı. ‘’Boşuna Bayan Baykuş olmadım herhalde’’ dedi, karşı duvara uçtu, kocaman ve bal renkli güzel gözlü Bay Baykuş’un güçlü kanatlarına kendini bıraktı. Uykusunda gerçekleşen bir başkalaşımla kargalıktan baykuşluğa geçen Kargiye daha önce hiç böyle bir rüya görmemiş, uyanıkken bile hiç bu rüyadaki kadar gerçek bir haz yaşamamıştı.
O gece balkonlu evde Kargiye’nin eşi Kargahan da balkonda onu üşümekten kurtaran kadının yatağında uyurken rüyasında masal kahramanı Kara Murat’la Fatih Sultan Mehmet karışımı bir cengâver, esmer, sert bakışlı, yakışıklı mı yakışıklı, karayağız bir erkek güzeli oldu. Adı da Kahraman Karaoğlu olarak değişmişti. Kuşatma ordusunun başında, bir kenti daha fethedecekti. Ne var ki, askerleri kentin direnişini aylardır kıramamışlardı, bir türlü kente giremiyorlardı. Komutan Kahraman Karaoğlu ise kenti kan dökmeden ele geçirmek istiyordu. Ne kendi ordusundan ne de kent halkından kimseye zarar verilmesine gönlü razı değildi ama başarısızlık da söz konusu olamazdı. Bay Kargahan Karagil rüyasında Komutan Kahraman Karaoğlu kişiliğiyle gecenin sessizliğinde kent halkı ve kendi askerleri mışıl mışıl uyurken çadırından çıktı, tek başına surun dibine geldi. Duvarın üstünde bir kadın vardı. Açık kumral saçları ayışığında fosforluymuş gibi parıldıyordu. Komutan durdu. Uzaktan da olsa bir an için bakıştılar. Kadın eliyle Komutan Kahraman Karaoğlu’na gel işareti yaptı. Askerlerin ertesi gün için akşamdan duvara dayadıkları merdiven kenarda duruyordu. Komutan kılıcını kınına soktu. Merdivenle bir solukta genç güzel kadının yanına çıktı. Yine bakıştılar. Rüyada Kahraman Karaoğlu olan Bay Karga Karagil’in kapkara gözleriyle genç kadınınkiler buluştu. Hiç konuşmadan, elele, gözgöze surun üstündeki boş gözetleme odasına girdiler. Tam nöbetçiler için konmuş saman yatağa uzanıp kalacakken Bay Kargahan Karagil uyandı. Dışardaki ayışığı balkon kapısının camından giriyor, kollarında uyuduğu genç kadının açık kumral saçları solgun ışıkta fosforluymuş gibi parlıyordu. Kadının soluk alışlarının normalden hızlı olduğunu farketti Kargahan. O da rüya görüyor olmalıydı.
Evet, Bay Kargahan Karagil’i balkonun poyrazında üşürken evine, yatağına, koynuna alıp ısıtan kadın da rüya görüyordu. Rüyasında kuşatılmış bir kentdeki üst yöneticinin eşiydi kadın. Rüya bu ya, kocasından ne zamandır pek ilgi görmeyen kadın günlerdir, haftalardır, aylardır süren kuşatmanın başındaki karayağız komutana kaptırmıştı gönlünü, taa uzaktan. Şu nalet kent de bir türlü teslim olmuyordu ki kadıncağız muradına ersin, kaçıp gitsin o da kentin fatihi karayağız komutana teslim olsun. ‘’Yakışıklı mı yakışıklı, karayağız genç komutan Kahraman Karaoğlu kocamın kentini fethederse beni neden fethetmesin?’’ diye umutla bekleyip duruyordu rüyasında. Kadının solukları işte o bekleyişin uykuda canlanan heyecanıyla sıklaşmaktaydı.
Penceredeki soğuk ayışığı yerini sabahın ılık güneşine bıraktığında kadın uyandı. Göğsünde ve sağ yanında olmaması gereken bir ağırlık, bir sıcaklık vardı. Bunun bir sağlık sorunu olabileceği kaygısıyla önce ne yapsın, bilemedi. Sonra akşam balkonda üşürken kıyamayıp içeri aldığı kuşcağızı anımsadı. Başını kuşun olduğu - olduğunu sandığı ve olması gerektiği- sağ yanına çevirdi. Aaaaa! Yanında yatan balkondaki karga değildi ki! Yüz hatları sert, yakışıklı mı yakışıklı, rüyada gördüğü karayağız genç yiğitti yatağındaki. Göğsündeki ağırlık da kadına sarılan koluydu adamın. Kadın gözlerine inanamadı. Olacak şey değildi ama olmuştu işte. Evet, koynunda yatan bu yakışıklı yüz, bu karayağız genç adam, rüyasındaki komutandı. Akşamki üşümüş kuş gitmiş, olmadık bir başkalaşımla yerine bu aslan parçası gelmiş, kara karga nasıl olduysa gece rüyasını süsleyen komutan Kahraman Karaoğlu olmuştu. Usulca ‘’Kahraman ?’’ diye rüyadaki adı fısıldadı genç kadın. Yakışıklı mı yakışıklı, karayağız yiğit gözlerini araladı. ‘’Emret Sultanım’’ dedi. Yakışıklı yiğidin sesi kadına fazla çatlak çıkıyor gibi geldi. ‘’Üşütmüş olamaz, bütün gece ısıttım onu, herhalde mahmurluktandır, daha kahvaltı bile etmedi’’ dedi kendi kendine. Yatak rahattı, kalkmaya üşendi. ‘’Sesi çatlaksa çatlak, ne olmuş?’’ diye düşünerek gülümsedi. Döndü, adama sıkı sıkı sarıldı, tekrar uyudu.
Sabahın ilk ışıklarında gözlerini yıkık değirmenin duvar kovuğunda, Bay Baykuşun ılık ve güçlü kanadının altında açtı Bayan Kargiye. Şaşırdı biraz. Rüya sandığı başkalaşım gerçek mi olmuştu yoksa? Evet, öyle olmuştu işte. Onun kendi gözleri de kocamandı şimdi ve hiç alışmadığı kadar iyi görüyordu herşeyi. Yıkık değirmenin en uzak, en karanlık köşesinde bir minik fare gördü. Karga olsaydı hem gözleri o karanlıkta işe yaramazdı, hem de fareyle ilgilenmezdi ama o şimdi bir baykuş -pardon, bayankuş- olmuştu ve olduğu yerden fırlayıp minik şeyi yakalayıp yutmak geldi içinden. Yine de tuttu kendini. Kanatlarının altında göğsüne yaslandığı Bay Baykuş’tan ayrılmak istemedi. Fareyi izleyip mutluluğu zedelenmesin diye gözlerini kapattı. Kapkara karanlık kargalık günleri çok uzak geçmişte kalmış gibiydi artık. O günlere geri dönmeye de hiç niyeti yoktu. ‘’Ohhh be! Dünya varmış, hah şöyle!’’ diye düşünerek gülümsedi. Bal gözlü Bay Baykuşun güçlü kanatlarının altına biraz daha sokuldu, tekrar uyudu.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz okunduktan sonra yayınlanır. Yorumunuzun altına ad ve soyadınızı yazınız, Kimliği belirsiz yorumlar yayınlanmaz.