Meşrutiyet ilân edilmiş, Hürriyet Kahramanı’ olarak anılan Resneli Niyazi Bey ve ünlü geyiği dağdan inmiş.
İmparatorluğun her tarafında coşkulu kutlamalar yapılıyor.
Soldan dördüncü, Kolağası Mustafa Kemal.
Devam ediyoruz… 1908
yılında meşrutiyetin ilanı ile somut kazanç noktasına gelen bu yenilikçi
mücadele sürecinde, siyaset dünyasına “Jön Türk” kimliğiyle adımlarını
atan bu insanların önemli bir bölümü “İttihad ve Terakki” hareketini başarıyla
kurmuş, ülke çapında örgütlenmiş ve sonuç olarak Osmanlı devletinin yönetimini
ele almış durumda. Bu arada gericiler de elbette boş durmuyor. Tarihimizde, 1909
yılının ‘31 Mart Vakası’ olarak anılan gerici ayaklanma girişimi,
Selanik’ten yola çıkan ‘Hareket Ordusu’nun İstanbul’a gelmesiyle kontrol altına
alınıyor. Mustafa Kemal, o günlerde henüz genç. ‘Hareket Ordusu’nda ve ‘Kolağası’ rütbesinde…
Yani ‘Kurmay Yüzbaşı’. Devam edelim… Doğu Rumeli, (Edirne Vilayeti) Hasköy doğumlu Mehmed
Talat, İmparatorluğun çöküş yıllarında, aktif hayatına basit bir posta
memuru olarak başlıyor… (şimdi dikkat isterim..!!!) 19.yüzyıl
sonlarında, İstanbul ve Selanik şehirleri, Osmanlı Devleti’nin iki büyük
yerleşim ve cazibe merkezi durumunda. Siyasi, idari, ticari, askeri
hareketlerin sürdürülebilmesi için elbette ülke çapında haberleşme gerekiyor. O
devirde sadece telgraf imkanı var ve Mehmed
Talat çok aktif bir posta memuru. Yenilikçi görüşler doğrultusunda
öngördüğü siyasi örgütlenmeyi, Anadolu ve Rumeli illerindeki telgrafhaneler aracılığıyla
yürütüyor. Yoldaşlarıyla yazışıyor. (Günümüz
internet ortamında da benzer örgütlenmeler yaşanıyor. Cezayir’li muhalifler,
Mısır’lı gençler, Suriye’li isyancılar, New York’ta Wall Street’i işgal
edenler, hep internet ortamından eriştikleri ‘Paylaşım Siteleri’ aracılığıyla
örgütleniyorlar.) (Laf aramızda, Mehmed Talat’ın,
Padişahlık karşıtı muhalif kimliğine rağmen Osmanlı Posta Müdürlüğü’nde Başkatip
rütbesine kadar terfi edebilmiş olması da ayrıca çok ilginç. Bugün olsaydı
herhalde böyle bir devlet memuru ya doğrudan hapishaneye giderdi veya Venezuela’ya,
Sibirya’ya filan sürgüne gönderilmiş
olurdu.) 21.yüzyılda kullanılan
internet, uydu televizyonu, telsiz ve radyo neyse, 19.yüzyıl sonlarında telgraf
iletişimi aynı anlam ve önemi taşıyor. Bu arada Posta Müdürü Mehmed Talat,
memuriyet mesaisinden artan zamanlarında ‘Alliance
Israelite’ okullarında Türkçe öğretmenliği yapmayı da ihmal etmiyor. Talat’ın,
sadık ve muteber Osmanlı tebası olarak anılan Yahudi cemaatiyle yakın
tanışıklığının, o günlerde geliştiği rahatça düşünülebilir. 1908 yılında ilan edilen Meşrutiyet’in hemen sonrasında Mehmed Talat, hem
devlet yönetiminde sorumluluk almakta, hem de Üstadı Azam koltuğunda
oturmaktadır. Türkiye masonluğunun ‘İlk Büyük Üstad’ olarak kabul ve
ilan ettiği Talat, bu makamı 1909-1910 yılları boyunca yönetmiş ve dönem
bittiğinde görevini Faik Süleyman Paşa’ya devretmiştir. (Bu konuda, Hür ve Kabul
Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın web sayfalarında verilmiş olan ayrıntıları,
izninizle burada tekrar etmiyorum.) 1908-1918 yılları arasında
isimleri kayıtlı olan hürriyet ve yenilik taraftarı üst düzey devlet adamlarının
listesine baktığınızda, karşınıza çıkacak mason sayısı şaşırtıcı
düzeyde. Bu masonların kökenlerine baktığınızda, asker kökenli olanların sayısı
da insanı gerçekten çok şaşırtıyor. (Büyük Fransız İhtilali günlerinde, Amerikan Bağımsızlık Deklarasyonu
sürecinde, 1917 Sovyet Sosyalist Devrimi sırasında ve dünyada yaşanmış olan benzer
yenilikçi süreçler içinde aktif rol alan masonların sayısını ve yaptıklarını
öğrenmek çok etkileyici. Dünyanın çok çeşitli ülkelerinde kayıtlara girmiş
örnekleri arttırmak mümkün. Galiba adına MASONLUK dediğimiz düşünce tarzı,
genellikle YENİLİKÇİ kanatta yer alan insanlar tarafından benimsenmiş. (Kim
bilir, belki de her biri, kendi çaplarında birer ‘Ülkü Mabedi’ kurmaya
çalışıyorlar.) Bu insanlar kendi ülkelerinde “Vatanı Kurtarmak” gibi
amaçlar doğrultusunda çaba harcamış. Diğer bir anlatımla, vatan kurtaranların,
yani kendi ülkelerinde devrim veya evrim gerçekleştiren (gerçekleştirmeye
çalışan) ünlü devlet adamlarının önemli
bir bölümü hep masonlardan oluşuyor. Acaba bütün bunlar birer tesadüf müdür? ) (İsmi, ‘Tanzimat Fermanı’ ile anılan Mustafa Reşit Paşa, matbaayı
ülkeye getiren İbrahim Müteferrika, ünlü edebiyatçılardan ‘vatan şairi’ Namık Kemal,
Ziya Paşa, Şinasi, Maliye Nazırı Cavid Bey, Bahriye Nazırı Cemal Paşa, İttihad
ve Terakki yöneticilerinden Musevi kökenli Emanuel Karasu gibi isimlerin, hem
‘Yenilikçi/Jön Türk’ kökenli, hem de ‘Mason’ olmaları tesadüflerle
açıklanabilir mi? Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu birinci ve ikinci
cumhurbaşkanlarının masonik geçmişleri inkar edilebilir mi?)
İlerleyen yıllarda, Mehmed
Talat’ı İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin en önde gelen üç isminden biri
olarak görüyoruz. Enver, Cemal ve Talat Paşa üçlüsü ülkeyi yönetiyorlar.
Soldan sağa, Cemal, Enver ve Talat… (2/3 asker,
2/3 mason.)
Bu insanlar, yüzü batıya
dönük, yenilikçi ve reformist karakterleriyle, ülke tarihinde iyi ve kötü, çok
önemli işlere imza atmış olan İttihad ve Terakki kadrosunun en tepesindeki
isimler. Bu arada Talat, zaman içinde Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) ve Sadrazam (Başbakan) yetkilerini üstleniyor. İttihad
ve Terakki Fırkası (Partisi), Türkler,
Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Kürtler ve çeşitli kökenlere sahip diğer Osmanlı yenilikçileri
ile tam bir uyum içinde çalışıyorlar. Zaten Mehmed Talat’ın kendisi de
Pomak kökenli… Yenilikçilerin ortak amacı, Osmanlı İmparatorluğu’nu parlamenter
demokrasiye sahip, çağdaş bir dünya devleti haline getirebilmek. Yani böylece
çökmenin eşiğine gelmiş olan ‘vatanı kurtarmak’..!
Talat ve arkadaşları bir taraftan vatanı
kurtarmaya çabalarken, Avrupa ülkeleri elbette boş durmuyorlar. İtalyanların
Osmanlı toprağı olan Libya’yı işgali, Almanya ve Fransa’nın karşılıklı silahlanma
girişimleri, ‘İngiltere’ olarak anılan Büyük Britanya’nın Orta-Doğu petrol
bölgeleri üzerindeki hakimiyet planları, Almanya’nın ‘Doğuya Açılım / Ostpolitik’
projesi doğrultusunda gelişen ‘Bağdat Demiryolu’ projesi ve Çarlık Rusyası’nın
sıcak denizlere inme hayalleri var. Alman-Osmanlı işbirliği ile ortaya çıkan
Bağdat Demiryolu projesi ise, Birinci Dünya Savaşı’nın en ön planda gelen
nedenlerinden biri olarak değerlendiriliyor. (Amerika Birleşik Devletleri henüz perde arkasında… )
Çok kısaca
özetlemek gerekirse, Birinci Dünya Savaşı olarak anılan çatışma artık kaçınılmaz
hale gelmiş durumda. Bu savaşa, ‘Birinci
Emperyalist Paylaşım Savaşı’ ismini uygun gören kaynaklar elbette haksız değil.
Bu tanımlamayı doğrulayabilmek için, savaş sonrası dünya haritalarına bakmak
yeterli… Savaş sonrasında Almanya ve müttefikleri yenilecek ve teslim
olacak… Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü kesinleşecek. Rumeli ve Orta-Doğu
zaten gitmiş, Anadolu, bölgeler halinde işgal altına alınacak. (Bu arada, 1917’de patlayacak olan ‘Sovyet
İhtilali’nin altyapısı, 1905’ten beri Rusya’da adım adım olgunlaşmakta...)
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı devletinin
önünde az sayıda seçenek var:
Birinci
seçenek; “bırakalım, Avrupa devletleri
kendi aralarında nasıl savaşırlarsa savaşsınlar, biz tarafsız kalalım,” gibi
bir seçenek. Ben tarihçi değilim ama bu seçenek bana gerçekçi ve uygulanabilir
gibi görünmüyor. Üç kıtaya yayılmış Osmanlı toprakları zaten parçalar halinde
kaybedilmiş ve sınırlar gerilemiş.
Öte yandan, bazı Avrupa devletleri, 19.yüzyılda ‘düvel-i
muazzama’ olarak anılacak kuvvete erişmiş ve uzun zamandan beri Osmanlı
topraklarına göz dikmiş durumda. Savaşın sonucu ne olursa olsun, Osmanlı
toprakları silah zoruyla işgal edilecek gibi görünüyor…
İkinci
seçenek; yaklaştığı görülen savaşa,
kazanma ihtimali olan bir tarafı destekleyerek girmek. Böylece, hiç olmazsa savaşarak
SON BİR ŞANS denemek… Talat,
Enver ve Cemal paşaların, zorunlu şartlar altında savaşa girme kararı
aldıklarını tarih yazıyor. Tarih aynen böyle yazmasa bile, en azından ben böyle
düşünüyorum.
Devam edelim… 1908
Meşrutiyet ilanını takip eden günlerde siyasi açıdan İttihad ve Terakki
Fırkası’nın tam karşısında, Padişah yanlısı sarıklı ulemanın kurduğu ve emperyal
güçler tarafından açıkça desteklenen Hürriyet ve İtilaf Fırkası var.
(Laf aramızda, aradan 100 yıl geçmiş ama 21.yüzyılın Türkiye
Cumhuriyeti’nde, bugün bile benzer bir siyasi çekişme yaşanıyor… Gaza gelip yazı
kapsamı dışına taşmamak endişesiyle, yenilikçiler ve tutucular arasında
süregeldiğini zannettiğim bu mücadelenin günümüzdeki ayrıntılarına girmiyorum. Bu
konuyu belki ayrıca tartışma fırsatımız olur.)
… ve beklenen oluyor, Temmuz 1914
tarihinde Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’na Almanya’nın müttefiki
olarak giriyor ve savaş kaybediliyor. Savaş sonrası durumu anlatmak
için aşağıdaki harita yeterli…
Mehmed
Talat’ın devlet
yönetiminde olduğu dönemde, 1915 yılına rastlayan önemli bir olay daha
var. Bu olay, günümüz dünyasında kısaca “Ermeni soykırımı” olarak
adlandırılıyor ve aradan yaklaşık bir yüzyıl geçmiş olmasına rağmen dünya gündemdeki
yerini koruyor. “Tehcir” yani “göçe zorlama” olarak bilinen bu acı günlerin
faturası İttihad ve Terakki yönetiminin
başındaki Mehmed Talat’a kesiliyor. Serinkanlı bir değerlendirme yapmaya
çalışırsak aşağıdaki gibi özet bir paragraf yazabiliriz:
Kim bu Ermeniler? Yüzyıllar boyunca
Osmanlı İmparatorluğunda “millet’i sadıka / devlete
sadık millet” olarak anılmış, devlet yönetimine sayısız valiler, bakanlar,
büyükelçiler, asker ve sivil paşalar vermiş çalışkan ve üretken bir ulus. Anadolu’daki
1000 yıllık tarihi boyunca, (bugünkü
Ermenistan hariç) devlet kuramamış ama Osmanlı devletinde her zaman yönetim
kademelerinde bulunmuş etkin bir Ortodoks cemaat. Bir kısım Ermeni
kardeşlerimiz, 19.yüzyılın ikinci yarısında kendilerine verilmiş olan “bağımsız
devlet” vaatleri uyarınca, Osmanlı’nın
çökmesini bekliyorlar. Daha da önemlisi, başta Fransa ve Rusya olmak üzere Avrupalı
emperyal devletlerin gönderdiği para, silah ve donanımı kullanarak çeteler
halinde örgütleniyorlar. Silahlı Ermeni çeteleri, Kürt, Türk, Gürcü, Çeçen, Laz
kökenli insanların yaşadığı köyleri, kasabaları basmaya ve “yaşadığınız bu toprakların esas patronu
Osmanlı değil, Ermenilerdir,” mesajını verecek şekilde katliamlar yapmaya
girişiyorlar.
Osmanlı devleti
üç cephede savaş halinde. Uluslararası hukukun tanıdığı bir hak olarak “vatan
sınırlarını korumak” amacıyla çarpışıyor. Ne olacak şimdi? Bir taraftan cephe
savaşı, diğer taraftan devlet sınırları içinde ‘gayrı-nizami’ çete faaliyeti…
Alınan karar uyarınca malum bölgelerde yaşayan Ermeniler doğu yönünde göçe
zorlanıyor. Bu zorunlu göç sırasında intikam almak isteyen Kürt, Türk, Gürcü
milisler, göç yolundaki Ermeni kafilelerine, silahlı saldırılar yapıyor. Bu da yetmezmiş
gibi, bir kısım Ermeni aileler de salgın hastalık ve bakımsızlık nedenleriyle
ölüyor. Anadolu tarihinde çok acı, çok kanlı günler yaşanıyor.
Sonuç olarak
Ermeniler bağımsız devlet filan kuramıyor ama devlet yönetimindeki Mehmed
Talat’ın 1918 yılında ‘Brest Litovsk’ antlaşmasına attığı imza ile, Kars,
Ardahan, Artvin, Batum gibi iller geri alınıyor. (neden?) Çünkü Rusya’da 1917 Sovyet Devrimi olmuş, rejim
değişmiş. Yeni kurulan SSCB devleti, anti-emperyalist kurtuluş savaşlarında,
ezilen devletlerin yanında yer almak üzere ilk adımlarını atıyor… (Kurtuluş Savaşı sırasında da, Mustafa Kemal
önderliğindeki Ankara Hükumeti’ne yapmış olduğu somut yardımlar var.)
Aynı 1918 yılında, Mehmed
Talat dahil, İttihad ve Terakki üst düzey yönetimi, Birinci Dünya
Savaşı’nda yenilmiş bir imparatorluğun sorumluluğunu taşıyan kadrolar olarak
“VATAN” topraklarını terk ediyor. (Hangi
“VATAN”?) Siyasi hayatları boyunca yenilikçi girişimlerle çağdaşlaştırmaya
uğraştıkları, padişahlığı indirerek meşrutiyet yönetimine kavuşturdukları,
devlet sınırlarını korumak ve savunmak için uğrunda savaşlara girdikleri
“VATAN”. (Aynı Vatan, sadece dört yıl
sonra yaşanan ‘Kurtuluş Savaşı’ ile bağımsızlığını kazanacak. Kurtuluş Savaşı
önderlerinin, Mehmed Talat’ın izinden gittiği anlaşılıyor.)
Bu yazıya konu olan ilk
‘Üstadı Muhterem’, ‘Jön Türk kökenli’, ‘Yenilikçi’, ‘Posta Müdürü’, ‘İttihatçı’,
‘Posta Nazırı’, ‘Dahiliye Nazırı’ ve ‘Sadrazam’ Mehmed Talat, 1921
yılında, savaş sonrası Almanya’nın başkenti Berlin’de bir Ermeni komitacısının
kurşunlarıyla öldürülüyor. Suikastçı olarak suçüstü yakalanan Sogomon
Tehliryan, Almanya ağır ceza mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda, bir
buçuk gün sonra beraat ediyor.
Elbette bütün bunlar, 20.yüzyılda ‘Ermeni terörü’ olarak bilinen ve
Türkiye Cumhuriyeti diplomatlarının öldürülmesi gibi ağır sonuçlar veren
günleri hatırlatıyor… Bazı ‘medeni’ Avrupa ülkelerinin 21. Yüzyılda bile bazı terörist
grupları taşeron olarak işe aldığı ve Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelik silahlı,
bombalı saldırıları dolaylı olarak desteklediği gerçeği ile de örtüşüyor... Ama
bütün bunlar ayrı bir tartışmanın konusu… Bu yazıya sığmaz..!
Mehmet Talat’ın naaşı, 1943’te Almanya’dan Türkiye’ye taşındı. Abide-i Hürriyet
Şehitliği’nde, her sabah doğudan yükselen ışığın altında ebedi istirahatına
devam ediyor…
Ahmet Sönmez / Şubat 2012
|
Tarih Özeti ... Yorumlara tamamen katılırım. Güzel toparlanmış..
YanıtlaSilMehmet Talat Paşa ise çok az yer almış. Başlık ile yazının bütünü arasında çok az ilişki var. Ama bu çalışmanın içinde, şimdiye kadar okuduklarımın laf olarak sözünü ettiği ettiği ve önem vermediği, bugünle bağ kurmadığı, telgrafı sosyal medya olarak etkin kullanan bir kullanan bir önder kişiyi anlatması..
Sonuç olarak, Mehmet Talat Paşa'yı ve olaylardaki kilit rolünü kuvvetli anlatsa çok iyi olur...
Aslında tarihi bir konuda yorum yazmak beni aşar. Çünkü tarih bilgim derin değildir. Ancak bu yazıyı bir tarih öğretisi veya Mehmet Talat’ın hayatını özetleyen salt bir tarih yazısı gibi kabul etmek istemediğim için düşüncemi açıklama cesaretini buluyorum. Mehmet Talat’ın düşünce gelişimi ve hayat yolu keyifli bir dille anlatılırlen, çevresindeki tarihi olaylardan bence kıvamında bahsedilmiş. İyi şeyler yapmak için kendini iyi yetiştirmiş bir insanın da bazen kendi düşüncelerinin bazen de kaderinin nasıl kurbanı olduğunun hikayesini okudum demek istiyorum. Ayrıca Ermeni tehciri,
YanıtlaSilkendi başına yüzlerce kitap yazılmasını gerektirdiği halde ülkemizde az işlenmiş bir konu olarak buradaki öykünün düğüm noktası olması konuya uzak okurlar için faydalı bir yaklaşım. Kahramanımızın sonunu getiren bu olaya bağlantı çok detaylı olmasa da yeterli yapılmış. Gönlüm tehcir konusunda daha çok yazılmasından ve batı dünyasına karşı kendimizi daha iyi anlatmaktan yana hep.