Sevgi hakkında bir konuşma
Telefon, gece saat 11:00’i gösterirken çaldığı zaman Profesör Rasim Taşdelen çoktan uykusunun derin bir katmanındaydı. Her günün sabahı 6.30’da uyanınca acele giyinip sokağa çıkan, evinin karşısındaki gazeteciden gazetelerini satın alıp hızla eve geri dönen, sonra kahvaltısını hazırlayıp yiyen, saat 7.45’de tekrar evden çıkan, trafikte boğuştuktan sonra saat dokuzda üniversitedeki dersine yetişen ve yalnız yaşadığı için her işini kendi görmek zorunda kalan bir akademisyen için gece saat 11 çoktan uykuda olması gereken bir saatti. Rasim Taşdelen, öğrencilerine dinamik bir tavırla ve açık bir zihinle ders anlatabilmek için mutlaka uykusunu alması gerektiğine inanırdı....
...
Rasim Taşdelen, yürüdüğü kaldırımında az ileride oturan, ancak iki yaşında kadar gösteren küçücük bir kız çocuğunu gördüğünde olduğu yerde donup kaldı. Soğuk kaldırımın üstünde oturan küçük çocuğun belden aşağısı tamamıyla çıplaktı. Yanına, kendinden biraz daha büyük bir başka kız çocuğu çömelmiş, onu korur gibi bakışlarını üzerine sabitlemişti. Soğuk Kasım gününde, küçücük bir çocuğun, belden aşağısı tamamen çıplak, buz gibi taşlarının üzerinde oturduğuna inanamıyordu. Çocuğun çıplak küçük esmer kıçı soğuk kaldırıma yapışmış gibiydi. Üst tarafındaki pırtık tişörtünün ve hırkasının yırtıklarından da yer yer esmer derisi görünüyordu. Yarı çıplaktı. Bu gerçek olamazdı; bu kadar yoksulluk, böyle bir sahne, İstanbul’un orta yerinde ancak hayal ürünü, veya bir senaryo gereği olabilirdi.