19 Mart 2025 Çarşamba

Ulu Camii'nin minaresinin gölgesi / Sadık

 Bir Masaldı Diyarbakır’dan

ULU CAMİİ’NİN 

ULU MİNARESİNİN 

ULU GÖLGESİ


Bir Masaldı hatırladığım,

Yıl 1960,  mevsim yaz,

Ulu caminin önünde on bir yaşında 

esmer bir çocuk, dalıverdi 

büyük kemerin o serin gölgesine. 

.

O gölgeye  sığınmış bir şerbetçi,

             şıngır şıngır şıngırdatıyor taslarını, 

             Sırtında şerbet dolu bir güğüm. 

            Takmış takıştırmış pırıltılar içinde,

            ab-ı hayat budur, işte oğlum

            İçince bir tas meyan şerbetini,

            izin çıktı, o masalsı geziye.


Avlu bir  Pazar yeriydi hayalimde,

İnenler çıkanlar elde zembil, file.  

             canlı mı canlı, bir masal pazarı,

             uçan, uçmayan halılar, kilimler, 

            lambalar, fenerler tütsüler, sergilerde 

           Yanık sesli hafızlar yerlerde,

    Naat okunuyordu Hz. peygambere 

          beraberinde ilahiler Yunus’tan Veysel’e. 

Parlak kocaman  avlu birkaç adım ötemde,

        göz kırpıyor adeta, çağırıyordu beni.

        “Gelsene dışarı!” diye.

Ama o yapışkan sıcak yok mu, 

            dalga dalga kovalıyordu peşimi.

            Güneş bırakmıyordu gözümü açmaya, 

            kuşların bile izni yoktu uçmaya.

            Sonunda bir cesaretle attım adımımı,

            çıktım o kocaman efsunlu avluya. 


Çölde bir bedevi misali tepemde güneş, 

            zeminde ise kara taştan bir döşeme.            

Bir meydan ki öyle kocaman, öyle kocaman,

Bir başında kırk haramilerin develeri, 

            öte başında kaptan Sinbat’ın gemileri.


Uzakta şakır, şakır bir şadırvan, 

            görüyorum. Susadım

            herşey serap, biliyorum,

            elimi uzatsam 

            hayal bu uçacak diyorum,

            bu hava, bu deniz! Deniz mi?  

Sanki dalgaların sesi duyuluyor gibiydi,

yoksa sarhoş muydum ne?

sıcak yükselirken yerden, 

dalgalanıyordu zemin.

o dalgalardı avluyu uçtan uca yıkayan 

ben öyle sanıyordum, ya da

bir serap olmalıydı bizimle oynayan.


Su birikintilerine basa, basa 

çıplak ayak yürümek vardı ya,

varken güneşte bu inatçı hararet,

Nerede bende o cesaret? 

Haşlanır sandım ayaklarım.


Gözlerimi kıstım, avluda yürüyorum, 

            ayaklarımın altında,

            pinlerinden uzakta,

            dalgalanan  iki kanat gördüm.

Bakışarak göz göze, ağırdan,

            gerdan kırarak, 

            öpüşerek, koklaştılar, 

            teleklerini  açıp kapayarak, 

            eğile kalka,

            kadim bir dansa başladılar,

            bir ortadoğu ritmiyle.

Dans biter bitmez o kuşlar 

            Aldırmadan bana, uçtular kanat kanata… 

            Eskinin duvarları, kemerleri, başlıkları

            kutladılar o. Güzel kuşları.


Avluda var bir medrese, adı Mesudiye,

Orda taştan bir saat vardır, bilir’siz?  

Beyaz Mermer üzerinde ince derin çizgileriyle, 

Gölgeyle ölçer, günle yarışan zamanı.

             saat be saat, an be an, 

Sonrasında gelmiş zamanı anlaşılan,

             bir ezan daveti başladı o minareden. 

            dalga dalga yayıldı ufka bu ses,

            birer ikişer, avludan kaybolan gölgeler.

            içeriye saf saf dizildiler.

İçerisi hoş serin, 

Sessizlik  bu,


derin mi derin…

Dua mırıltıları, yakarışlar, alçak tonda

Aminler yüksekten, duyururcasına

Biliniz ki bir muradınız varsa nasibinizse eğer,

O nasibin yolu emekten ve çalışmaktan geçer,


Avlu yine boş, yine ıssızdı.

            bir bendim masal pazarında gezinen,

            buradan çıkıp bir ara,

Melik Ahmet’i de görmek isterdim,

            tıpkı altmış dört yıl öncesi gibi,

            ya karakulak keçime yonca için, 

            ya da Dicle sazanı peşindeysem giderdim 

Onun karşısı Balıkçılar başıydı.

            Oradan aşağı sarkarsam 

            dört ayaklı minare beklerdi beni.

            Bilir’siz?

O sırada, Ulu caminin ulu minaresinin, 

            o dillere destan  gölgesi,

            avluda yavaşça sürünüp gelip önüme çıkıverdi.

Bunun bir rakibi vardı ki dillere destan, 

            öbür mahallede, ayakları üstünde duran

            umarsız, kayıtsız alayla bakarak, 

            dünyaya, meydan okumuş asırlarca,

            Dört ayaklı minare…

Onun ayaklarının karşısındaki dükkân da 

  bu şehirdeki, en iyi kırık leblebiyi, peynir şekerini 

 leblebi tozunu ve kenger sakızını

        kuruş karşılığında satardı bize.

Sessiz bir nara attı dört ayaklı minare,

“Off of” diye diye, Ulu caminin ulu minaresine,

                                                                                                                    

O gölge yerinde sallandı bir an,

             mermer  saatin üstüne düştü düşecek,

            aman, zaman, dur demeye kalmadan. 

            Şangır şungur! Paldır küldür çöktü ya, nereye?            

Gölge boylu boyunca uzandı mı yere?

Altında kaldı mermer saat, her yanı yara bere.

Kırıldı zembereği, yelkovanı, akrebi. 


İşte o günden beri, 

            o mermer güneş saatinin, 

            kayıp zembereğini ararım, çarşı pazar,. 

            O da neye mi yarar?

O bir Güneş saati ya,

            çalışmak için, güneşi bekler daima,

           oysa gece nasıl çalışır, zembereği kurmadan?


Şimdi artık kolu, bacağı yaralı,

             bir parçası da kayıp, 

            bir demir kuşak oldu kazancı,

            çatlayan bedeni dağılmasın diye.

Aldılar bir kafese zarar görmeden,

Çalışamayacak geceleri, o istese bile,

            dalacak uykuya erkenden. 

            korkarım işte o an, 

            gün ağarana dek duracak zaman. 

Ve doğacak bir başka boyutta. 

            Ne zaman? Masal bittiğinde 

Güneş hayat verir sana, bana, 

             ama illa da zamana.

Belli etmez hiç kimseye

            ne geçmiş vardır bu avluda,

            ne de beklenen bir gelecek, 

Şimdiki zamandır hepsi.

Sırası gelince yaşanacak, 

            tıpkı bir çocuk masalı gibi.


Sadık Mercangöz  /Ankara Bağlıca 9 Haz 2024- 18 Mart 2025






7 Eylül 2024 Cumartesi

Şu mübarek yürek / Okan Üstünkök

 

şu mübarek yürek

temmuz 1990 datça  /  aralık 2010 izmir / nisan 2024 bristol



        

kırküçte doğdu bir gecenin yarısında

ay eylül’e dönerken ortalık ramazan mı ramazan

rüzgar değil davul sesi vardı sokaklarda ve ezan

gürol’la atoş yaşıtı olurlar bir de yılmaz

fahriyi çok sever ama o artık yok ve kırkdörtlüdür sayılmaz

sakalları ağardıysa bundandır

bundandır yufkayürekliliği de herhalde


sahur vaktiymiş ilk haykırdığında

belki o yüzden kimseye duyurmadı

yaptığı gençlik haytalıklarını sonradan

yakalandıkları sakladıklarından kat kat az

sakalları ağardıysa şimdi bundandır biraz

bundandır sonraki açıkyürekliliği de herhalde

bacak güngör’ le her sabah okula yürüdü uygun adım

altı yıl bilmemnekadar kilometre say tek tek

sonradan sık görüşemediler aslında

vefasız çıktı çünkü bacak hem de pek

dul bıraktı güzel eşini ondokuz yirmi yaşında

askerdeyken kayseri’nin pınarbaşı’nda

birlik olup kanserle

sakalları ağardıysa bundandır belki olur a

bundandır günaşırı burukyürekliliği de herhalde


ne kadar erken

arkasından çok geçmedi sırasız sırasız

mutlu tarık tamer eşber fehmi alpay nuri emre süreyya

murat oğuz ergun arda önder berrak şafak demokan ersin ziya

erdimlerin murat da girne’de kaldı gripten

çetin ve osman’la birlikte arayıp morgda buldular ergin’i

beyaz örtü altında uyurken

o karlı ocak gecesinde esenboğa düzlüğünde solmuş bir çiçek

çerkez yanakları soğukta bile pembe

ne vardı kendini bu kadar sevdirecek

sakalları ağardıysa bundandır kuşkusuz

bundandır şimdiki katıyürekliliği de herhalde


gözünün tekine ufo çarptıydı tanrının uyukladığı bir öğle paydosunda

günlerden uğursuz salı sene ellidört sınıf daha orta bir

bundan mıydı hayat boyu gökçeli’ yle dünya görüşünün benzerliği kimbilir

birlikte oğul yetiştirdi en iyi arkadaşıyla

yoksa o kendini mi yetiştirdi aklının ışığıyla

sakalları ağardıysa belki bunun da katkısı vardır

ama böbürlenirse bazan işte o kesinlikle bundandır

bundandır bazan tutan aslanyürekliliği de herhalde

           

            insan iki kez doğar

            gün gelip öldüğünde o da yeniden doğacak

                                                                yok olacak

                                                        sakalının akları

        o zaman tamamlanacak tüm yarım bıraktıkları

bundandır içini rahatlatan geniş yürekliliği herhalde

                            

                                       ***








4 Ağustos 2024 Pazar

Hilmi Berk idi / Sadık Mercangöz

 

ARTIK ANILARIMIZDA

HİLMİ BERK İDİ

Bir çınar yaprağı gibi,

Güze girerken yazdan

Rengi başlayıp beyazdan,

Kızarıp birer ikişer

Yere düştüler,

Yeşerecek 

anılarımız şurda burda

Toprağımız Berk olsa da

Hilmi adıdır acımızın


                    Sadık   5 Ağustos 2024

 

6 Mayıs 2024 Pazartesi

O mahur beste / Okan Üstünkök

     O MÂHUR BESTE 

herzaman yeşil damla sakızı


                              Mayıs 2020 bristol Attilâ İlhan 
                                                  ve üç fidanın anısına 
bahçede çekirdeksiz 
nar çiçekleri kırmızı
yanındaki her zaman yeşil damla sakızı
derede serin serin gürül gürül akarken dupduru su 
geniz yakar aladağ’da temiz hava
uzaktan odun dumanı kokusu 
yamaçta özgür oğlaklar
ürkerken 
çayı geçen fincancı katırlarından 
kimi yurttaş umut bekler evliya yatırlarından 
sonra koşar 
üç kuruşluk bulguru makarnayı kapışır 
ormanını yaktıkları tepelerden gelmeden sel 
bilmezler bilmek de istemezler 
ki bahçeden bahçeye taşır 
o mahur besteyi bir acı yel 
onlar için koparılan fidanlar için 
ve her yıl mayıs gelince 
içimizi yeniden sarar için için 
derin ve ince 
bir sızı 
iki sızı 
üç sızı 
bahçede çekirdeksiz nar ağacının çiçekleri kırmızı 
yanında yaprakları her zaman yeşil
damla sakızı 

***

1 Mayıs 2024 Çarşamba

BU BAŞKALAŞIM BAŞKA / Okan Üstünkök

BU BAŞKALAŞIM BAŞKA KARGALAR GELDİ AŞKA 

İstakoz / Okan Üstünkök
 Bay Kargahan Karagil akşam yemeğinden sonra yuvanın dışına çıktı. Eşi Kargiye, nohut oda bakla sofa yuvanın açık mutfağını temizlerken Kargahan yana doğru uzanan ince dalın çatalına bir gün önce bıraktığı kabak çekirdeklerine uzandı. Sivri, hünerli gagasıyla daldan aldıklarını teker teker çıtlatmaya başladı. 

Yuva, hastane bahçesindeki ulu çamlardan sokağa en yakın olanın üst dallarından birindeydi...



Devamı için...
 Dokunun.

13 Ekim 2023 Cuma

İtiraf ediyoruz

 

BİZ NE KÖTÜ ÇOCUKLARIZ

Her taraf yıkıntı, her taraf toz

boğazımıza kadar moloz

Göz oldu gözü görmez.

Ciğerlerimizde tükenen havamız

Olmayan su, çatlayan  dudaklarımız

Patlayan gözler, sağır olan kulaklarımız.

Yaşamakla ölüm arasında gidip geliyoruz.

Kabil öldürürken Habil’i

Bakakalan  Cennetlik Adem’in 

İbrahim'in ve oğullarının İshak ile İsmail

ve onlardan gelenlerin

Birbirini asırlarca yiyenlerin

dünyasında yaşıyoruz.

Boyunlarında yağlı kement ile

sürüklenen insanlık,

Askerler ve  o giydikleri acayip kılık

Bu dünyadan gidene kadar  yıkılıp,

bütün suç biz çocukların,

itiraf ediyoruz.

  Sadık Mercangöz 13 Ekim 2023

14 Eylül 2023 Perşembe

Usta çırak ilişkisi tamam da kitapsız (!) değildir mimari / Ünal Özüak



Usta çırak ilişkisi tamam da kitapsız(!) değildir mimari 

https://sonsoz.com.tr/makale/16049175/unal-ozuak/herkesin-anlayabilecegi-dilde-yasanan-mimari , https://sonsoz.com.tr/makale/16093309/unal-ozuak/mimarligin-resimli-romanini-yapildi , https://sonsoz.com.tr/makale/16047250/unal-ozuak/metafor-olarak-mimari vb. yazılarımda konuya ilişkin en yetkin okul Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi mezunu ve Behruz Çinici atölyesinde usta çırak ilişkilerinin göbeğinde yetişmiş bir mimar olarak, mimarlık hakkında yazmadığımı bırakmadım neredeyse. Mimarlık olayı insanoğlunun başını sokacağı ilk barınak megaron’un yapımından beri salt usta, kalfa, çırak bilgi alışverişi ve görev dağılımı çerçevesinde gerçekleştirile gelmiştir. 


Yazının devamını okumak için yukarıda yazarının adını tıklayınız


ÖNE ÇIKAN YAYIN

And They Died / Gün Gencer

  AND THEY DIED (THE ROAD TO GALLIPOLI) (ÇANAKKALE SAVAŞINA GİDEN YOL) A TRAGEDY IN THREE ACTS  (A Docu-drama with music written in memory o...